Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
|
|
Hz. Peygamber (sav)’in Yatma Şekli ve Uyuması |
Yazar: SanalikaForum - 23-05-2017, 13:58 - Forum: Hayatı
- Yorum Yok
|
 |
Hz. Peygamber (sav)’in uyku alışkanlığı şöyleydi:
Yatsı namazının ilk vakti girer girmez namazı kılar, sonra bu duaları okur ve istirahata çekilerek, daima sağ tarafına yatar ve sağ elini yanağının altına koyarak uyurdu.
Gece yarısı veya üçte biri geçtikten sonra uyanır, misvağı daima başucunda durur, kalkınca önce dişini misvaklar, sonra abdest alır ve ibadetle meşgul olurdu. (Tirmizi)
Hz. Peygamber (sav) devamlı abdestli olduğu gibi, uykuya çekilirken de abdestsiz yatmazdı. Nitekim İbn-i Ömer’den rivayetle şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse abdestli olarak yatarsa, geceyi bir rahmet meleği ile geçirir. O kişi uyanır uyanmaz melek; ‘Allah ‘ım! Falan kulunu bağışla, çünkü o geceyi abdestli geçirdi.' diye dua eder.” (İbn Hibban)
Bera bin Azib ‘den (ra) rivayetle Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
“Yatağına girdiğin zaman, namaz için olduğu gibi abdest al, sonra sağ tarafına uzan ve şöyle de: ‘Allah’ım, kendimi sana teslim ettim. Yüzümü sana döndürdüm. İşimi sana teslim ettim. Sırtımı sana dayadım, seni saydığım için. Senden başka sığınacak yer yoktur. İndirdiğin kitabına ve gönderdiğin peygamberlerine iman ettim.’ Bunu der de o gece ölürsen, Müslüman olarak ölürsün. Son sözün bunlar olsun.” (Buharı, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi)
Hz. Âişe (r.anha) validemiz şöyle anlatmıştır:
“Hz. Peygamber (sav) yatağına girdiği zaman, ‘muavvizeteyn’i (Felak ve Nas Sureleri) ve Kul hüvallahu ahad’ı (İhlas Suresi) okur ellerine üfleyip, ellerini yüzüne ve vücuduna sürer ve bunu üç kere tekrar ederdi. Hastalandığı zaman aynı şeyi kendisine yapmamı emrederdi. ” (Buharı, Müslim, İmam Malik, Tirmizi)
|
|
|
Kaylûle (Öğle Vakti Uyku) Nedir |
Yazar: SanalikaForum - 23-05-2017, 13:54 - Forum: İslami Bilgiler
- Yorum Yok
|
 |
Kerâhet vakti olmayan kuşluk vakti uykusu, öğle uykusu.(Re'fet, $ âyet-i celilesindeki $ kelimesinin mânasını merak edip sorması münasebetiyle ve hapiste sabah namazından sonra sairler gibi yatmasından gelen rehavet dolayısıyla, elmas gibi kalemini atâlete uğratmamak için yazılmıştır. Uyku üç nevidir:Birincisi: Gayluledir ki, "fecirden sonra tâ vakt-i kerahet bitinceye kadardır." Bu uyku, rızkın noksaniyetine ve bereketsizliğine Hadisçe sebebiyet verdiği için, hilâf-ı Sünnettir. Çünkü; Rızk için sa'yetmenin mukaddematını ihzar etmenin en münasip zamanı, serinlik vaktidir. Bu vakit geçtikten sonra bir rehavet ârız olur. O günkü sa'ye ve dolayısıyla da rızka zarar verdiği gibi, bereketsizliğe de sebebiyet verdiği, çok tecrübelerle sabit olmuştur.İkincisi : Feyluledir ki, "İkindi namazından sonra mağribe kadardır." Bu uyku ömrün noksaniyetine, yâni uykudan gelen sersemlik cihetiyle o günkü ömrü nevm-âlud, yarı uyku, kısacık bir şekil aldığından maddi bir noksaniyet gösterdiği gibi, mânevi cihetiyle de o gün hayatının maddi ve manevî neticesi ekseriya ikindiden sonra tezahür ettiğinden, o vakti uyku ile geçirmek, o neticeyi görmemek hükmüne geçtiğinden, güya o günü yaşamamış gibi oluyor.Üçüncüsü: Kayluledir ki, bu uyku Sünnet-i Seniyyedir. Duha vaktinden, öğleden biraz sonraya kadardır. Bu uyku, gece kıyamına sebebiyet verdiği için Sünnet olmakla beraber, Ceziret-ül-Arabta vakt-üz-zuhr denilen şiddet-i hararet zamanında bir tâtil-i eşgal, âdet-i kavmiye ve muhitiye olduğundan, o Sünnet-i Seniyyeyi daha ziyade kuvvetlendirmiştir. Bu uyku, hem ömrü, hem rızkı tezyide medardır. Çünkü: Yarım saat kaylule, iki saat gece uykusuna muadil gelir. Demek, ömrüne hergün bir buçuk saat ilâve ediyor. Rızk için çalışmak müddetine, yine bir buçuk saati ölümün kardeşi olan uykunun elinden kurtarıp yaşatıyor ve çalışmak zamanına ilâve ediyor. L.)
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vessellem) öğle namazını kıldıktan sonra, bir miktar uyur, ‘kaylule’ yapardı. Nitekim bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Öğleyin kaylule yapınız. Muhakkak şeytanlar öğle vaktinde kaylule yapmazlar.” (Müslim)
Kaylûle, öğle namazından sonra yapılan kısa istirahat ve uykuya verilen isimdir. Kaylûle yapan insan, bir sünneti ihya ettiği gibi aynı zamanda dinç olur, gece namazlarını, teheccüdü kılacak gücü kendine bulur. Fırsatı olan bu sünneti yerine getirirse iyi olur.
|
|
|
Peygamber Efendimizin (asm) Devesi Hakkında |
Yazar: SanalikaForum - 23-05-2017, 13:37 - Forum: Hayatı
- Yorum Yok
|
 |
Peygamberimizin (asm) devesi cennete gidecek hayvanlar içindedir. (Dürretü'n-Nâsihin, s.57.)
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Adbâ ismindeki devesi, vefat-ı Nebevîden sonra kederinden ne yedi, ne içti, tâ öldü. Hem o deve, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ile mühim bir kıssayı konuştuğunu, Ebu İshak-ı İsferanî gibi bazı mühim imamlar haber vermişler. (Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:637.)
Peygamberimiz (asm) Mekke'den hicret edip Medine'ye geldiğinde, Peygamberimiz (asm) Kasva adlı devesinin üzerindeydi. Ağır ağır Medine içlerine doğru ilerliyordu. Şehirde bir bayram havası vardı. Genç, ihtiyar, herkes ilâhiler söylüyordu. Peygamberimizin (asm) şehre gelişi kutlanıyordu. Kadınların sevinçleri yüzlerinden okunuyordu. Minik çocuklar bayramlık elbiselerini giymişlerdi... Neşe ile koşuşup duruyorlardı. Bütün şehir, "Hazret-i Muhammed geldi. Şehrimizi şereflendirdi. Yâ Muhammed Yâ Resûlallah !" sesleriyle çınlıyordu.
Peygamberimiz (asm) ise sevinç gösterileri arasında yol alıyordu. Her ev sahibi aynı şeyi söylüyordu: "Ya Resûlallah, bizde misafir olun."
Peygamberimiz (asm) hiç kimseyi incitmeyecek bir yol bulmuştu. Devesinin önünde çöktüğü evin misafiri olacaktı. Mübârek devesi de sağa sola bakarak ilerliyordu. Bir müddet öylece gitti. Daha sonra boş bir arsaya çöktü. Peygamberimiz (asm) devesinden hemen inmedi. Deve az sonra ayağa kalktı. Biraz ilerledi. Sonra çöktü.
Bir başka vakit, devesi Adbâ yarışta birinciliği kaybedince bu durum sahabilere ağır gelmişti de, bu kez, şöyle buyurmuştu o:
"Dünyada yükselen bir şeyi alçaltmak, Allah'ın değişmez kanunudur." (Metin Karabaşoğlu, Bilinmeyen Yönleriyle Peygamber)
Kasvâ'nın Kaybolması:
Tebük seferi sırasında bir ara Resûl-i Ekrem Efendimizin (asm) devesi Kasvâ kayboldu. Ashab-ı Kiram bir süre aradılarsa da onu bulmaya muvaffak olamadılar.
Münâfıklar bunu da fırsat bilerek Hz. Resûlullahı (asm) rahatsız edici söz söylemekten geri durmadılar. Onlardan biri olan Zeyd bin Lusayt,
"Şaşılacak şey! Muhammed, peygamber olduğunu söyler, gökten haber verir, fakat devesinin nerede olduğunu bilmez." diye söylendi.
Münâfıkın âdice sarf ettiği bu söz, Kâinatın Efendisine (asm) ulaştırılınca,
"Vallahi, ben ancak Allah'ın bana bildirdiğini bilirim. Ondan başkasını asla bilemem!" buyurdu ve ilâve etti:
"Şimdi de Allah bana bildirdi ki, Kasvâ filan ve filan dağların arkasındaki vadidedir. Yuları bir ağaca takılmış olarak duruyor. Hemen gidiniz onu bana getiriniz."
Sahabîler, Hz. Resûlullah'ın (asm) tarif ettiği yere gittiklerinde, deveyi aynen yuları bir ağaca dolanmış halde buldular ve alıp getirdiler.
Resûl-i Ekrem (asm), ancak Cenâb-ı Hakk'ın kendisine bildirmesiyle gaybı bilir, insanlar için gayb hükmünde olan hadiseleri haber verirdi. Bu, onun mazhar olduğu mucizelerinin bir nev'idir.
Resûlullah'ın, (asm) Allah'ın bildirmesiyle haber verdiği istikbale âit bütün haberler ashabın şehâdetiyle teker teker zuhur etmiştir.
[Salih Suruç, Kainat' ın Efendisi (asm)]
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
|
|
|
Hz. Peygamber'e lütfedilen ÜSTÜNLÜKLER |
Yazar: SanalikaForum - 23-05-2017, 13:31 - Forum: Hayatı
- Yorum Yok
|
 |
Hz. Peygamber (asm)'e lütfedilen üstünlüklere dair kaleme alınan ve bir "fezâilü'n-nebî" edebiyatı oluşturacak kadar çok olan eserlerin bir kısmı Resûlullah (asm)'ın diğer peygamberlerden üstünlüğünü konu edinmiş, bir kısmı da onun insanlardan, cinlerden, meleklerden ve bütün yaratıklardan üstün olduğu hususunu ele almıştır. Fezâil müellifleri, Resûl-i Ekrem (asm)'in bu üstünlüklerini kanıtlayabilmek için öncelikle âyetlerden deliller getirmişlerdir. Kur'ân-ı Kerîm'de, peygamberlerden bir kısmının bir kısmına üstün kılındığı ve bazılarının derecelerinin yükseltildiğinin bildirilmesinden (Bakara, 2/253; lsrâ, 17/55) Allah nezdindeki konumlarının farklı olduğu sonucu çıkarılmış, Resûlullah (asm)'ın âlemlere rahmet olarak gönderildiğini (Enbiyâ, 21/107), kavminin içinde bulunduğu sürece Allah'ın onlara azap indirmeyeceğini (Enfâl, 8/33) beyan eden âyetlerden de onun bütün peygamberlerden üstün olduğu neticesine varılmıştır.
Kur'an'da Hz. Peygamber'in faziletine delâlet eden birçok âyet vardır:
Allah'ın diğer peygamberlerden, Hz. Muhammed (asm)'e inanıp ona yardım edeceklerine dair söz alması (Âl-i İmrân, 3/81), Resûl-i Ekrem (asm) ile konuşanların seslerini yükseltmelerinin yasaklanması (Hucurât, 49/2), öteki peygamberlere hem Allah Teâlâ hem de ümmetleri kendi isimleriyle hitap ettikleri halde (Bakara, 2/35; Mâide, 5/110; Hûd, 11/32; Meryem, 19/12), Allah'ın Hz. Muhammed (asm)'e ismiyle değil "Ey Nebî" (Enfâl, 8/64; Ahzâb 33/1), "Ey Resul" (Mâide, 5/67; Talâk, 65/1) gibi sıfatlarla hitap etmesi, sahâbîlerin birbirlerine seslendikleri gibi Resûlullah (asm)'a seslenmelerinin menedilmesi (Nûr, 24/63), Kur'an'da sadece Hz. Muhammed (asm)'in hayatına yemin edilmesi (Hicr, 15/72) onun faziletleri olarak kabul edilmiştir.
Diğer peygamberlerin yalnız kendi ümmetlerine gönderilmesine karşılık Resûl-i Ekrem (asm)'in bütün insanlığa hitap etmesi de (Arâf, 7/158; Enbiyâ, 21/107; Sebe', 34/28) onun daha faziletli olduğuna bir delildir.
Ehl-i sünnet âlimlerinin tamamına yakın kısmı Hz. Peygamber (asm)'in bütün meleklerden üstün olduğu görüşündedir. (bk. Nebhânî, el-Fezâ'ilü'l-Muhammediyye, s. 68-70).
Resûlullah (asm)'ın faziletlere dair eserlerde ondan bahseden âyetlerin hemen hemen tamamı üzerinde durulmuş olmakla birlikte, konuyla ilgili görülen yüzü aşkın âyetin hepsinin Hz. Peygamber (asm)'in üstünlüğünü ele aldığını söylemek güçtür. Ancak bu âyetlerde ona eza vermenin yasaklanması, kendisine salât ve selâm getirmenin ve itaatin emredilmesi, insanlığa gözetleyici, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderildiğinin bildirilmesi, Resûlullah (asm)'ın ümmetine, ümmetinin ona nasıl davranacağının açıklanması onun üstünlüğünün işaretleri olarak değerlendirilebilir. (Bu âyetler için bk. Nebhânî, s. 45-73)
Önceki mukaddes kitaplarla bunların etrafında oluşan Ehl-i kitap kültüründe Hz. Peygamber (asm)'in sıfatlarından bahseden bölümler de onun üstünlüğüne delil teşkil etmiştir. Bu sıfatların nelerden ibaret olduğunu, genellikle Ehl-i kitap'tan Müslüman olan sahâbîlerin rivayetlerinde görmek mümkündür. Bunlar Resûl-i Ekrem (asm)'i kaba ve haşin davranmayan, çarşı pazarda bağıra çağıra dolaşmayan, kötülüğe kötülükle karşılık vermeyen, affedici ve mütevekkil bir kul olarak tanıtır. (bk. Ahmed Hicâzî es-Sekkâ, Kahire, 1977)
Resûl-i Ekrem'in üstünlüğüne temas eden hadisleri, dünyaya ve âhirete ait üstünlükleri ele alanlar olmak üzere iki grupta toplamak mümkündür.
Dünyevî üstünlükleriyle ilgili RİVAYETLER fazla değildir. Bunların en meşhuru, önceki peygamberlere verilmeyen beş özelliğin Resûlullah (asm)'a verildiğine dair rivayettir. (Buhârî, Teyemmüm 3, Salât 56; Müslim, Mesâcid 3) Buna göre Hz. Peygamber (asm)'e bir aylık mesafeden düşmanlarının kalbine korku salma özelliği verilmiş, yeryüzü namazgah, temiz ve temizlik sebebi kılınmış, ganimetler ona helâl sayılmış, diğer nebiler sadece kendi kavimlerine gönderildiği halde o bütün insanlığa peygamber olarak gönderilmiş ve kendisine şefaat etme hakkı tanınmıştır. Başka bir rivayette, bu özelliklerin yanında kendisine az sözle çok mâna ifade etme (cevâmiu'l-kelim) kabiliyeti verildiği ve rüyasında yeryüzü hazinelerine ait anahtarların getirilip önüne konulduğu bildirilir.
Resûl-i Ekrem (asm)'in dünyaya ait üstünlüklerinden biri de en temiz ve en şerefli bir soydan gelmesidir. Bunu çeşitli ifadelerinde belirten Hz. Peygamber (asm) (Müsned, II, 373; Buhârî, Menâkıb 23) soyunun hep meşru evliliklerle süregeldiğini söylemiştir. (Süyûtî, Hasais, I, 37) Onun bu üstünlüğü, kendisinden sonra neslini sürdüren Ehl-i beyt ile devam etmiştir. Allah Teâlâ'nın Ehl-i beytten, pisliği giderip onları tertemiz kılmayı arzu ettiği (Ahzâb, 33/33), Resûlullah (asm)'a malın kiri sayılan zekâtı ve sadakayı yasakladığı, buna karşılık ganimetlerin beşte birini kendisine ve Resulüne ayırdığı (Enfâl, 8/41; Haşr, 59/7) dikkate alınınca, Hz. Peygamber (asm)'in asalet ve temizliğin zirvesinde olduğu anlaşılır.
Son peygamber Hz. Muhammed (asm)'in kıyamete kadar devam etmek üzere getirdiği İslâmiyet'in en mükemmel din olması gerekir. Ayrıca Resûl-i Ekrem (asm), dinlerin topluma kazandırmaya çalıştığı iyi ve güzel ahlâkı tamamlamak, sözleri ve fiilleriyle onu temsil etmek amacıyla gönderildiğini açıklamıştır. (Müsned, II, 381; Muvatta, Hüsnü'l-huluk 8)
Şüphe yok ki bu üstün görevi yerine getirebilmek için güzel ahlâkın doruk noktasında bulunmak gerekir. Bu sebeple Resûlullah (asm) en üstün ahlâk ve faziletlerle donatılmıştır (Kalem, 68/4). Bunların yanında Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. Peygamber (asm)'in müminlere kendi canlarından, dolayısıyla öz babalarından daha yakın ve daha müşfik olduğu ifade edilmiş ve eşleri de bütün Müslümanların anneleri olarak nitelendirilmiştir. (Ahzâb, 33/6, 53)
Resûl-i Ekrem'e âhiret hayatında verilen üstünlükler ise pek çoktur.
Allah'ın Hz. İbrahim (as)'i dost edinmesini (Nisâ, 24/125), Musa (as)'ya hitap ederek konuşmasını (Nisâ, 4/164), İsâ (as)'nın Allah'ın kelimesi ve ruhu olmasını (Nisâ, 4/171), Hz. Âdem (as)'in Allah nezdinde seçilmiş bir kul vasfı taşımasını hayret verici bulan bazı sahâbîlere Resûlullah (asm) bunların hepsinin doğru olduğunu söylemiştir. Ancak kendisinin de Allah'ın habibi olduğunu, kıyamet gününde Âdem (as)'in ve diğer peygamberlerin kendisinin dûnunda bir mevkide bulunacağını, hamd sancağını kendisinin taşıyacağını, ilk defa kendisinin şefaat edeceğini, cennetin kapı halkalarını ilk önce kendisinin hareket ettireceğini, Allah'ın ilk defa kendisini içeri alacağını, beraberinde de müminlerin fakirlerinin bulunacağını ve Allah katında öncekilerin ve sonrakilerin en değerlisinin kendisi olduğunu belirtmiş, bu özelliklerin her birinin sonunda, "Bunu övünmek için söylemiyorum." cümlesini tekrarlamıştır (Dârimî, Mukaddime 8; Tirmizî, Menâkıb 1).
Ayrıca Resûl-i Ekrem (asm), kabirden ilk defa kendisinin çıkacağını, kimsenin konuşmaya cesaret edemeyeceği o dehşetli günde, bütün insanlar adına konuşup huzûr-ı İlâhîde onların dertlerini anlatacağını, arasat meydanındaki vakfenin uzayıp insanların alabildiğine bunalacağı kıyamet gününde, hesabın başlaması için kendisinin şefaat edeceğini, ümitsizliğe düştükleri zaman şefaatinin kabul edildiğini onlara müjdeleyeceğini bildirmiştir.
Hz. Peygamber (asm) ve ümmeti dünyada son peygamber ve son ümmet olmakla beraber, âhirette en önde bulunacaklardır. (Buhârî, Cuma 1, 12; Müslim, Cuma 19. 21) Resûl-i Ekrem (asm)'in âhiretle ilgili faziletleri arasında şefaat hakkı önemli bir yer tutar. Her peygamberin kabul edilmiş bir duası olduğunu söyleyen Resûlullah (asm), kendi duasını kıyamet gününde ümmetine şefaat etmek için sakladığını haber vermiştir. (Müslim, İmân 335).
Kaynak: Ahatlı, Erdinç, Hasâisu’n-Nebî; TDİA, Hasâisu’n-Nebî Maddesi.
|
|
|
Resûl-i Ekrem'e has bazı MUBAHLAR |
Yazar: SanalikaForum - 23-05-2017, 13:26 - Forum: Hayatı
- Yorum Yok
|
 |
İftar etmeden peşi peşine birkaç gün oruç tutmak (savm-ı visal), ganimet malları taksim edilmeden önce onların içinden dilediğini almak, ganimet mallarının ve gayri müslimlerden alınan vergilerin beşte birini istediği gibi kullanmak (bk. Enfâl, 8/41; Haşr, 59/7), Mekke'ye ihramsız girebilmek, vefatından sonra malının vârislerine miras olarak kalmaması, yaygın olan kanaate göre kendini ve çocuklarını ilgilendiren konularda hüküm verebilmesi (zira peygamberler masum olduğundan onların taraf tutması düşünülemez), uyumakla abdestinin bozulmaması.
Resûl-i Ekrem (asm)'e has mubahların bir kısmı da onun evlenmesiyle ilgilidir. Dört hanımdan fazlasını bir nikâh altında bulundurmak, kendisini Resûlullah'a adayan bir kadınla mehir vermeksizin evlenebilmek (bk. Ahzâb, 33/50), ihramda iken nikâh akdedebilmek, ona tanınan imtiyazlardandır. Hanımlarından dilediğini yanına almasına izin veren âyeti (Ahzâb, 33/51) onlar arasında nöbetle dolaşması şeklinde anlayanlara göre Resûl-i Ekrem (asm)'in dilediği eşinin yanında daha fazla kalmaya hakkı vardır. Bununla beraber Resûlullah hayatı boyunca hanımları arasında âdil davranmıştır. Bazı fiillerin sadece Resûl-i Ekrem (asm)'e mubah kılınmasının sebebi, Allah'ın ona tanıdığı yetkilerin genişliğini göstermek ve bu mubahların diğer insanların aksine Resûlullah (asm)'a itaatten alıkoymadığına dikkat çekmektir.
|
|
|
Sadece Hz. Peygamber'e HARAM kılınanlar |
Yazar: SanalikaForum - 23-05-2017, 13:23 - Forum: Hayatı
- Yorum Yok
|
 |
Zekât almak, gerektiği halde savaşa girmekten çekinmek, dünya malına göz dikmek, (Hicr 88) sanığın suçluluğunu ispat ve ilân etmeden gizlice cezalandırılmasını emretmek, yaptığı iyiliği çok görerek başa kakmak. (Müddessir, 74/6) Dünya malına göz dikmek ve yapılan iyiliği başa kakmak Müslümanlar için de hoş görülmemekle birlikte bunlar Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Peygamber (asm) için haram derecesinde yasaklanmıştır.
|
|
|
Yalnız Hz. Peygamber'e münhasır kılınan FARZLAR |
Yazar: SanalikaForum - 23-05-2017, 13:23 - Forum: Hayatı
- Yorum Yok
|
 |
Kuşluk, vitir ve teheccüd namazlarını kılmak, kurban kesmek, misvak kullanmak, hilim sahibi insanlarla istişare etmek, sayıca çok olsa bile düşmana karşı koymak, borçlu olarak vefat eden Müslümanların borçlarını ödemek, başladığı bir nafile ibadeti yarım bırakmamak, kötülüğü en uygun şekilde bertaraf etmek. Bunlar Müslümanlara da tavsiye edilmekle beraber Resûl-i Ekrem (asm)'e farz kılınmıştır.
|
|
|
"Nur-u Muhammedî" ne demektir? |
Yazar: SanalikaForum - 23-05-2017, 13:21 - Forum: Hz. Muhammed (asm)
- Yorum Yok
|
 |
“Allah göklerin ve yerin nurudur (onları varlık nuruna kavuşturandır)...” (Nur, 24/35)
Nur, her çeşit karanlığın, zulmetin zıddı.
İlim nurdur; cehalet karanlığını yok eder.
Hidayet ayrı bir nur; dalâlet onunla ortadan kalkar.
İman da nurdur, küfür karanlıklarını mahveder. Her nur bir zulmeti giderir ve bir hakikati gösterir.
İşte, bu âlem yaratılmazdan önce her şey yokluk karanlığında idi. Cenâb-ı Hak lütuf ve ihsanıyla bu karanlığa son verdi ve bütün varlıklara çekirdek olacak ilk mahlûkunu yarattı. Bu varlık Nur-u Muhammedî (asm) idi.
“Allah’ın ilk yarattığı şey benim nurumdur.”(bk. el-Mevahibul-Ledünniye, Aclunî, 1/265-266)
hâdis-i şerifi üzerinde biraz durmak gerekiyor. Çünkü, bu konuda bir takım yanlış yorumlar yahut yersiz itirazlar eksik olmuyor.
Bilindiği gibi canlıların bütün karakterleri genetik şifrelerinde yazılı. Bu yazı, kader kalemiyle işlenmiş bir ilâhî program. Bir tohumdaki şifrede ne ağacın şeklini, ne gövdesinin sertliğini, ne yaprağının yeşilliğini, ne de meyvesinin tadını bulabilirsiniz. DNA’da bütün bu özellikler baz sıralaması şeklinde yazılı, ama o program ne serttir, ne yumuşak; ne yeşildir, ne kırmızı. Bunların hepsi o şifrede bir plan, bir program olarak mevcut, ama ağacın bütün özelliklerini o şifrede aynen bulmaya çalışmak da boş bir çaba. Bu noktayı dikkate almadan, bütün mahlûkatın Nur-u Muhammedî (asm)’den yaratılışını düşünen adam, yıldızlarla, ormanlarla, denizlerle bu nur arasında bir benzerlik kurmaya kalkışır ve aldanır.
Bizim yaptığımız planlar da bir yönüyle öyle değil mi? Bir evin bütün bölmeleri plandadır, ama plandaki mutfakta yemek pişiremezsiniz.
“Nasıl esmada bir ism-i azam var, o esmanın nukuşunda dahi bir nakş-ı azam var ki, o da insandır.” (Sözler)
İsm-i azam, bütün isimleri içine aldığı gibi, nakş-ı azam olan insan da bütün varlık âleminde tecelli eden isimlere mazhar. “Bir şey mutlak zikredilince kemâline masruftur.” kaidesince, insan denilince de insanlık âleminin en ileri ferdi ve risalet semasının güneşi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) akla gelir.
Bütün ilâhî isimler ilk defa nur-u muhammedî de tecelli etmişler. Meselâ, onda muhyi isminin tecellisi var ve o nur hayat sahibi. Sonraki safhalarda yaratılacak olan bütün hayatlar, ilk defa onda tecelli eden bu ismin ayrı tezahürleridir. O nurlu hayat, bütün hayatların başlangıç noktası ve çekirdeğidir. Ama, bütün hayat çeşitleriyle resulullah efendimizin (a.s.m.) o pak ve münezzeh ruhu arasında bir ilişki kurmaya kalkışmanın da yanlışlığı ortadadır.
Bir başka misâl: muhafaza etmek, hıfzetmek bir ilâhî fiil.
Nur-u Muhammedî (asm) de Hafiz ismi de tecelli etmiş ve daha sonra yaratılacak “levh-i mahfuza”, “çekirdeklere”, “yumurtalara”, “nutfelere” ve nihayet “hafızalara” bir çekirdek gibi olmuş.
“Mukteza-yı hikmet, şu şecere-i hilkatin de bir çekirdekten yapılmasıdır. Hem öyle bir çekirdek ki; âlem-i cismanîden başka, sair âlemlerin numûnesini ve esasatını câmi' olsun.” (Sözler)
Vahdetü’l-vücut meşrebinin sahibi Muhyiddin arabi hazretlerine göre, ebede kadar yaratılacak bütün varlıkların mahiyetleri (kendi ifadesiyle ayan-ı sabiteleri), tâbiri caizse nuranî bir çekirdek halinde, Allah’ın ilminde mevcuttu. Bütün mahiyetleri icmalen taşıyan bu ilk taayyün mertebesini muhyiddin arabî hazretleri, “hakikat-ı Muhammediye”, “âlem-i vahdet”, “vücud-u icmâli”, “Nur-u Muhammedî” gibi isimlerle dile getiror.
Buna göre, Nur-u Muhammedî (asm), bütün mahiyetlerin ortak ismidir ve eşyanın yaratılmasıyla bu mahiyetler ilim dairesinden kudret dairesine geçmişlerdir.
İmam-ı Rabbanî Hazretleri de şöyle buyurur:
“Hakikat-i Muhammediye (asm)'den terakki vaki oldu mânâsında yazdığım cümleye gelince, bu hakikatten murat, o hakikatin zıllıdır ki o hakikat için “hazret-i ilmin icmâlinden ibarettir” demişler ve “vahdet” tabirini kullanmışlardır.”(Mektûbat, c. 2)
Âlem-i vahdet, Muhyiddin Arabî Hazretlerinin ilk taayyün mertebesine verdiği dört isimden birisi.
Bilindiği gibi vahdet birlik mânâsına geliyor, kesret ise çokluk. Çekirdekte vahdet vardır ve bu vahdetten kesret doğmuştur. Onlarca dal, yüzlerce meyve, binlerle yaprak kesreti ifade ederler ve bu kesret âlemi bir vahdetten doğar. Sonsuz yıldızların kaynaştığı sema, yine sonsuz canlıların oynaştığı yer yüzü, sayısını bilemediğimiz melekler âlemi ve daha nice varlıklar hep kesreti ifade ederler ve bunların tamamı âlem-i vahdetten, nur-u muhammedî’den doğmuşlardır.
Nur külliyatından önemli bir ipucu:
“Muhakkak, semavat ve arz bitişik idiler, biz onları ayırdık.” (Enbiya, 21/30)
meâlindeki âyet-i kerime’nin değişik tefsirleri nazara sunulduktan sonra şu mânâya da yer verilir:
“Mezkûr âyetin tabaka-i avama ait safhasının arkasında şöyle bir safha da vardır ki: Nur-u Muhammediye (a.s.m.)'den yaratılan madde-i aciniyeden, seyyarat ile şemsin o nurun macun ve hamurundan infisâl ettirilmesine işarettir.” (Mesnevî-i Nuriye)
Bu ifadelerden anlaşıldığı gibi, bu hikmet âleminin yaratılış çekirdeği olan nur-u muhammedî’den âlem safha safha yaratılmış. Bütün fizik âleminin, semavat ve arzın yaratılışı da bu kaide çerçevesinde gerçekleşmiş. Bu nurdan, bir “madde-i aciniye” yaratılmış ve bu öz macun, bu şifre mahlûk; göklerin ve yer küremizin yaratılmasında esas olmuş.
“Allah’ın ilk yarattığı şey, benim nurumdur.” (bk. el-Mevahibul-Ledünniye, Aclunî, 1/265-266) hadis-i şerifinin devamında âlemin yaratılış safhaları sırayla, kalem, levh, arş, hamele-i arş olan melekler, kürsi, diğer melekler, gökler, yerler... şeklinde ifade edilir. Belki de göklerin ve yerlerin yaratılmasından önceki safhalarda, yaratılış doğrudan doğruya Nur-u Muhammedî (asm)’den gerçekleştirilmiş, bu safhada ise Nur-u Muhammedî (asm)’den bir öz madde yaratılmış ve göklerin ve yerin yaratılmasında bu çekirdek esas olmuştur. Her şeyin bir sebebe bağlandığı bu hikmet dünyasında, şu görünen âlemin başlangıcının böylece takdir edilmiş olması ilâhî hikmete en uygun olanıdır.
Maddenin nurdan yaratılması garip karşılanmamalı. Nitekim madde dediğimiz şeyin, aslında, kesifleşmiş bir enerji olduğu bilinmektedir. Atomun, parçalandığında enerjiye dönüşmesi, işin temelinde kuvvet ve kudretin bulunduğunu gösterir. Bunlar ise kesif ve maddî değil, lâtif ve nuranîdirler.
“Melekler nurdan yaratıldı. Cinler ise dumanlı alevden yaratıldılar.” (Müslim, Zühd, 10/60)
hâdis-i şerifi cinlerin de Nur-u Muhammedî (asm)’den doğrudan yaratılmayıp bir başka şekilde, yahut bir başka safhada var edildiklerini bize ders verir.
“Hiçbir şey yoktur ki onu hamd ile tesbih etmesin.”(İsra, 17/44)
meâlindeki âyet-i kerimeye göre, her şey Allah’ı bilmekte, hamd ve tesbih etmektedir. Kâinatın gerek ilâhî ilimdeki ilk icmâline, gerek şehadet âlemine çıkışındaki o çekirdek varlığa “Nur-u Muhammedî" denilmesinden anlaşılıyor ki, Allah’ı bilmede, onu hamd ve tesbih etmede en ileri mertebe Allah Resulüne (a.s.m ) aittir. Bütün ilâhî isimlerin en ileri mertebesine de, o (a.s.m.) mazhardır. Kâinatın yaratılmasından asıl gaye o’dur. Diğer varlıkların yaptıkları bütün ibadetler, erdikleri bütün marifetler ve zevk ettikleri bütün muhabbetler onun yanında ancak bir gölge gibi kalır.
“Hem ism-i âzama mazhar olan resul-i ekrem aleyhissalâtü vesselâm'ın bir âyette mazhar olduğu feyz-i ilâhî, belki bir peygamberin umum feyzi kadar olabilir.” (Sözler)
Demek ki, o ilk yaratılışta ruh-u muhammedînin ulviyeti, parlaklığı ve berraklığı diğer bütün mahiyetleri âdeta gölgede bırakmış ve o ilk çekirdek varlığa nur-u muhammedî denilmiş.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
|
|
|
Hangi Çekilişlere Güvenebiliriz? |
Yazar: SanalikaForum - 23-05-2017, 13:12 - Forum: Sıcak Fırsatlar
- Yorum Yok
|
 |
Katılacağınız çekiliş MPİ izni ile yönetmelik kapsamında yapılıyor ise güvenebilirsiniz. Kampanya katılım koşullarında şu düzenleyici bu izin numarasıyla bu kampanyayı düzenliyor diye yazar.
Yazmıyorsa? MPİ izin numarası olmadan yapılan çekilişleri ise ikiye ayırabiliriz. Hediye değeri 80 liranın altındaysa büyük olasılıkla yönetmelik kapsamı dışındadır, firmaya güveniyorsanız katılın.
Hediye değeri 80 liradan yüksek ve izin numarası, yazısı görmüyorsanız büyük olasılıkla “ kaçaktır”, araştırın, izinsizse MPİ’nin web sitesinden bir mesaj atıp yetkilileri uyarın ve uzak durun.
Alıntı.
|
|
|
Misaş Market 100 Adet Hediye Çekilişi |
Yazar: SanalikaForum - 23-05-2017, 13:09 - Forum: Sıcak Fırsatlar
- Yorum Yok
|
 |
17 Mayıs - 17 Eylül tarihleri arasında Misaş Card ile toplamda 100 TL ve katları tutarında alışveriş yapanlar, çekilişe katılma hakkı kazanıyor
Kampanya tarihleri arasında Elazığ ili ve merkez ilçelerdeki tüm Misaş Marketlerinde, Misaş Card ile toplamda 100 TL ve katları tutarında alışveriş yapan Misaş Card sahibi müşterilere çekiliş hakkı verilmesi ile gerçekleştirilecektir.
Kampanya 17.05.2017(saat 08:00) ile 17.09.2017(saat 20:00) tarihleri arasında Elazığ ili ve merkez ilçelerdeki tüm Misaş Marketlerinde geçerli olacaktır. Misaş Card ile toplamda 100 TL ve katları tutarında (her 100 TL için bir çekiliş hakkı) alışveriş yapan Misaş Card sahibi müşterilere çekiliş hakkı verilmesi ile gerçekleştirilecektir.
Çekilişimiz 23.09.2017 Cumartesi Saat: 14.00' Elazığ Belediye Kültür Merkezinde noter huzurunda, halka açık olarak gerçekleştirilecektir.
Çekiliş sonuçları 26.09.2017 Tarihli Günışığı gazetesinde, misas.com.tr adresimizde, tüm sosyal medya (facebook, twitter, instagram, google plus) adreslerimizde ve tüm Misaş şubelerimizde ilan edilecektir.
Kampanyaya tütün ve tütün mamülleri harcamaları dahil değildir. Küüm Gıda İnş.Nak.Tur.Ür.Paz.San.ve Tic. A.Ş çalışanları ile 18 yaşından küçük olanlar düzenlenen çekilişlere katılamaz.
|
|
|
|