Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

E-posta Adresiniz:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 212
» Son Üye: suhausu
» Toplam Konular: 11,951
» Toplam Yorumlar: 12,905

Detaylı İstatistikler

 
  Peygamberimizin nikahını kim kıymıştır?
Yazar: SanalikaForum - 19-05-2017, 16:51 - Forum: Hayatı - Yorum Yok

- Hz. Muhammed (asm) peygamber olmadan önce Hz. Hatice ile evlenmiştir.
Alimlerin büyük çoğunluğunun kabul ettiği görüşe göre, Hz. Hatice’yi -babası daha önce öldüğü için- amcası Amr b. Esed peygamberimizle evlendirmiştir. (bk. Zehebi, Siyeru ahlami’Nübelâ, 3/409; İbn Kesir, es-Siretu’n-Nebeviye, 1/265)
- Rivayetlerden anlaşıldığına göre, Hz. Peygamber (asm) Efendimizin Peygamberliğinden sonraki evliliklerinde de hanımlarının o günkü velileri tarafından nikah akdi kıyılmıştır.
Nitekim sahih bir rivayette, Hz. Peygamberin Hz. Zeyneb ile evlenmesinden sonra, kendisi, “Zeyd onunla ilişkisini kesince, Biz onu sana nikahladık.” (Ahzab, 33/37) mealindeki ayete dayanarak, Efendimizin diğer hanımlarına karşı üstünlüğünü şu sözlerle kanıtlamaya çalışıyordu:
Sizin nikahınızı yakınlarınız/velileriniz kıymıştır; benim nikahımı ise, yedi göğün yukarısında Allah kıymıştır.” (bk. Buhari, h no:7420; Beğavi, Ahzab 37. ayetin tefsiri)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu konuyu yazdır

  ben doğaa
Yazar: doğazeynep - 19-05-2017, 16:40 - Forum: Tanış Kaynaş - Yorumlar (2)

merhaba ben doğa bursalıyım sanalikayı çok sevyorum yaşım17

Bu konuyu yazdır

  Günümüzdeki Yahudi ve Hristiyanlar da Ehl-i kitap mıdır?
Yazar: SanalikaForum - 19-05-2017, 16:02 - Forum: İslami Bilgiler - Yorum Yok

Değerli kardeşimiz,
Cenab-ı Hak, Maide Suresinin 17. ayetinde de şöyle buyurmaktadır:
Alıntı:“Andolsun ki, Allah, Meryem’in oğlu Mesih’dir diyenler şüphesiz kafir olmuştur. De ki: “Eğer, Allah, Meryem’in oğlu Mesih’i, anasını ve arzda bulunanların hepsini yok etmek isterse, kim Ondan bir şey kurtarabilir? Göklerin, yerin ve aralarındaki her şeyin mülkü (hakimiyeti) Allah’ındır. O, dilediğini yaratır ve her şeye kadirdir.”
Alıntı:"Yahudiler Üzeyr’e, Hristiyanlar da İsa’ya Allah’ın oğlu dediler. Daha önce kâfir olmuş kişilerin sözlerini taklit ediyorlar. Allah onları kahretsin." (Tevbe, 9/30)
Alıntı:"Allah’ın çocuğu oldu." dediler. Hâşâ, O yücedir, göklerde ve yerdekilerin hepsi Onundur, hepsi Ona boyun eğmiştir." (Bakara, 2/116)
Alıntı:"Ey Kitab ehli! Dininizde sınırları aşmayın ve Allah hakkında ancak hakkı söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih, ancak Allah'ın peygamberi, Meryem'e ulaştırdığı (emriyle onda var ettiği) kelimesi ve kendisinden bir ruhtur. Öyleyse Allah'a ve peygamberlerine iman edin, "(Allah) üçtür" demeyin. Kendi iyiliğiniz için buna son verin. Allah, ancak bir tek ilâhtır. O, çocuk sahibi olmaktan uzaktır. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O'nundur. Vekil olarak Allah yeter." (Nisa, 4/171)
Alıntı:"İsa’ya, Allah diyenler kâfir olmuştur. Halbuki Mesih, 'Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.' demiştir. 'Allah üçün üçüncüsü.' diyenler de kâfirdir." (Maide, 5/72, 73)
Bu ayetlere göre teslis inancının varlığı yeni değildir. Çünkü Allah onlar için "Kafir" demektedir. Demek ki Hristiyanların teslis anlayışları Peygamber Efendimiz (asm) zamanından öncesine aittir. Buna rağmen Kur'an-ı Kerim onlar için aynı ayetlerde "Ehl-i kitap" tabirini kullanır. Bu nedenle teslis inancına sahip olanlar Ehl-i kitaptır, kestikleri yenilir ve Ehl-i kitap kadınla evlenmek de helaldir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu konuyu yazdır

  Peygamberler devrinin sona ermesinin hikmeti nedir?
Yazar: SanalikaForum - 19-05-2017, 16:02 - Forum: İslami Bilgiler - Yorum Yok

Soru Detayı
- Peygamberliğin, şu an içinde bulunduğumuz zamanlara kadar devam etmemesinin hikmeti nedir?
zeynuddin701 tarafından Pt, 21/11/2011 - 01:30 tarihinde gönderildi

Cevap
Değerli kardeşimiz,
- Bize göre bu soru pek isabetli değildir. Çünkü peygamberlerin bugüne kadar devam etmemesi diye bir şey yoktur. Şu anda insanlık aleminin en büyük kitlesi -üç semavî dinin mensupları- peygamberleri önder olarak kabul etmektedir. 
- Eğer sorudan maksat, şahıs olarak başka peygamberlerin neden gelmediği ise, bunun cevabı çok basittir. Her şeyin bir sonu olduğu gibi, elbette peygamberlerin de bir sonuncusu olacaktır.
Alıntı:“Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”(Ahzab, 33/40)
mealindeki ayette ifade edildiği üzere, Hz. Muhammed son peygamber olduğu için bir daha peygamber gelmemiştir, gelmeyecektir.  
- Şu husus çok iyi bilinmektedir ki, herhangi bir yasa, bir anayasa toplumun ihtiyaçlarına cevap verdiği sürece yeni bir yasa veya yeni bir anayasa koyma cihetine gidilmez. Çünkü böyle bir şey abesle iştigal olur. Bu misal gibi, Kur’an anayasası ve barındırdığı sosyal, siyasal, ahlakî değerlerle ilgili yasalar, bugünkü toplumun da ihtiyaçlarına cevap vermektedir. 
Bu gün, -pek çok ilim dalında- Kur’an’ı referans alarak ortaya konmuş milyonlarca eserlerin varlığı bunun göstergesidir.
Alıntı:“Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.”(Enam, 6/59)
mealindeki ayette Kur’an’da ihtiyaç duyulan her şeyin var olduğunu göstermektedir. 
Bediüzzaman Hazretlerinin bu ayeti açıklarken kullandığı şu ifadeleri de konumuza ışık tutmaktadır:
Alıntı:“Bir kavle göre Kitab-ı Mübin(Apaçık kitap), Kur'an’dan ibarettir. Yaş ve kuru, her şey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi?"
"Evet, her şey içinde bulunur. Fakat herkes her şeyi içinde göremez. Zira muhtelif derecelerde bulunur. Bazan çekirdekleri, bazan nüveleri, bazan icmalleri, bazan düsturları, bazan alâmetleri; ya sarahaten, ya işareten, ya remzen, ya ibhamen, ya ihtar tarzında bulunurlar. Fakat ihtiyaca göre ve maksad-ı Kur'ana münasib bir tarzda ve iktiza-yı makam münasebetinde şu tarzların birisiyle ifade ediliyor.”(Sözler, Yirminci Söz, İkinci Makam)
Eğer bugün ortada bazı problemlerin çözümü biraz zorluk gösteriyorsa, bu zorluk, İslam aleminde Kur’an’ın pratikte bir referans kaynağı olarak kullanılmamasındandır. Kur’an’a karşı yabancılaşmış zihinlerin, her şeyi net bir şekilde görmeleri kolay değildir. 
- Her konuda Kur’an’ı referans alan Bediüzzaman Hazretlerinin aşağıdaki şu ifadeleri Kur’an’ın gerçek manada bütün problemleri çözecek bir kapsama sahip olduğunu göstermektedir. 
Alıntı:“İşte ben Kur'an-ı Hakîm'in kuvvetine istinaden dava ediyorum ki: 'Çok alçak olmamak ve yılan gibi dalalet zehirini serpmekle telezzüz etmemek şartıyla, en mütemerrid bir dinsizi, birkaç saat zarfında ikna etmezsem de, ilzam etmeye hazırım.' Fakat nihayet derecede alçaklığa düşmüş bir vicdan ki, bilerek dinini dünyaya satar ve bilerek hakikat elmaslarını pis, muzır şişe parçalarına mübadele eder derecede münafıklığa girmiş insan suretindeki yılanlara hakaiki söylemek; hakaike karşı bir hürmetsizliktir.”(Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup, Dördüncü Mesele).
Alıntı:“Adalet namazında kıbleniz dört mezheb olsun. Tâ ki, namaz sahih ola. Zira hakaik-i meşrutiyetin sarahaten ve zımnen ve iznen dört mezhebden istihracı mümkün olduğunu dava ettim...”(Divan-ı harb-i örfi, s.17).

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu konuyu yazdır

  İslamı tebliğ ederek zulmetmiş olmaz mıyız?
Yazar: SanalikaForum - 19-05-2017, 16:02 - Forum: İslami Bilgiler - Yorum Yok

Soru Detayı
Kafamı karıştıran bir soru var, lütfen geniş bir izah yapınız. Madem mesul degil neden Tebliğ ediyoruz Tebliğ etmek karşı tarafa bir zulüm gibi görünüyor. İslamdan haberi olmayan veya menfi bir propagandaya maruz kalmış bir kimse madem cennete gidecek ona İslamı tebliğ ederek zulmetmiş olmaz mıyız? İnkar ederse cehenneme gidecek. İnşallah derdimi açıklayabilmişimdir.

Cevap
Değerli kardeşimiz,
Soruya iki şekilde cevap vermeye çalışacağız:
Cevap 1:
Yüz tane tavus yumurtası bulunsa, bunlar tavusun altına konulmayıp yumurta olarak bırakılsa yüz yumurta kıymetinde ve değerinde olur. Ancak bunlar, Tavus kuşunun altına bırakılsa ve yüz yumurtadan bazıları cılk çıkıp bozulsa bile, bazılarının kıymetli her tarafı yaldızlı ve birer tavus olmalarının hatırı için bu işlemden vazgeçmemek aklın gereğidir.
Çünkü, eğer bu yumurtalar kuluçka işlemine tabi tutulmazsa hiçbir civciv söz konusu olmaz. Az bir zarar için pek çok olan bir yarardan vazgeçilmez. Örneğin yirmi tanesinin bile sağlam çıkması, diğerlerinin zararını telafi ettiği gibi, fazladan kârlar da kazandırır.
Yine yüz hurma çekirdeği bulunsa, toprağa atılmayıp bekletilse, yüz hurma çekirdeği kıymetinde ve değerinde olacaktır. Ancak bu çekirdekler toprağa atılsa bunlardan bazıları hurma ağacı olsa ve bazıları çürüse, bunları toprağa atmasak daha iyi olurdu, denilemez. Çünkü hurma ağacı olanların hurma milletine verdiği fayda, çürüyen çekirdeklerle mukayese edilemeyecek kadar mükemmel olacaktır.
Aynen bunun gibi, kendilerine İslamın ulaşmadığı insanlar, birer yumurta ve birer çekirdek gibidirler. Eğer bunlar böyle kalırsa yumurta ve çekirdek olarak kalacaklar değer ve kıymetleri de ona göre olacaktır.
Ancak, bunlara iman suyu verilirse, ibadet toprağına girerlerse o zaman bazıları inkar edip cehenneme gitse bile, onlardan iman edip ibadet edenler, yıldızlar gibi değerli olacaklardır.
Bir hurma çekirdeği toprağa girince hurma ağacı oluyorsa, acaba bir insan iman ve İslama girip ibadet edince nasıl olur? Bunun değer ve kıymetini, bütün akıllar bir akıl olsa, yine de asla anlayamazlar.
İşte bunun için binler insandan tek bir insan bile inanacaksa, onları mutlaka tebliğ ile buluşturmak gerekir. Halbuki, bu tebliğlerden bir değil binlerce, milyonlarca, milyarlarca insan ağaçları yetişmiştir.
Bu konuyu keyfiyet ve kemiyet yani nitelik ve nicelik açısından değerlendirip aklımıza yakınlaştıran Bediüzzaman Hazretlerinin şu güzel ifadelerine kulak verelim:
Kemiyetin, keyfiyete nisbeten ehemmiyeti yok. Asıl ekseriyet, keyfiyete bakar. Meselâ, yüz hurma çekirdeği bulunsa, toprak altına konup su verilmezse ve muamele-i kimyeviye (kimyasal muamele) görmezse ve bir mücahede-i hayatiyeye mazhar olmazsa (filizlenmeye başlamazsa), yüz para kıymetinde yüz çekirdek olur. Fakat su verildiği ve mücahede-i hayatiyeye maruz kaldığı vakit, sû-i mizacından sekseni bozulsa, yirmisi meyvedar yirmi hurma ağacı olsa, diyebilir misin ki,"Suyu vermek şer oldu, ekserisini bozdu?" Elbette diyemezsin. Çünkü o yirmi, yirmi bin hükmüne geçti. Sekseni kaybeden, yirmi bini kazanan zarar etmez, şer olmaz.
Hem meselâ, tavus kuşunun yüz yumurtası bulunsa, yumurta itibarıyla beş yüz kuruş eder. Fakat o yüz yumurta üstünde tavus oturtulsa, sekseni bozulsa, yirmisi yirmi tavus kuşu olsa, denilebilir mi ki, "Çok zarar oldu, bu muamele şer oldu, bu kuluçkaya kapanmak çirkin oldu, şer oldu?" Hayır, öyle değil, belki hayırdır. Çünkü o tavus milleti ve o yumurta taifesi, dört yüz kuruş fiyatında bulunan seksen yumurtayı kaybedip, seksen lira kıymetinde yirmi tavus kuşu kazandı.
İşte, nev-i beşer (insanlık), bi’set-i enbiya (peygamber gönderilmesi) ile, sırr-ı teklif (imtihana tabi tutulma) ile, mücahede (kötü isteklerine muhalefet) ile, şeytanlarla muharebe ile kazandıkları yüz binlerle enbiya ve milyonlarla evliya ve milyarlarla asfiya gibi âlem-i insaniyetin güneşleri, ayları ve yıldızları mukabilinde, kemiyetçe kesretli, keyfiyetçe ehemmiyetsiz hayvânât-ı muzırra (zararlı hayvanlar) nevinden olan küffârı ve münafıkları kaybetti. Bunu yerine böyle kâmil insanları kazandı. (bk. Mektubat, On İkinci Mektup)
Cevap 2:
Şu konu özellikle iyi bilinmelidir. Peygamberlerin tebliğlerini işitmeyenler, iki kısım olarak düşünülebilir.
Biri: Hakiki manada, doğrudan işitmeyenler; yani hiç bir şekilde peygamberlerin davetini işitmeyenler. Biri de: Mecazi anlamda, dolaylı olarak işitmeyenler; yani zahirde bu daveti işittiği halde olumsuz şartlardan ötürü bu davetin ne olduğunu araştırma imkânını bulmayanlar.
Hz. İsa ile Hz. Muhammed arasında geçen süreçte yer alan bir zaman diliminde yer alan insanlar hakiki ehl-i fetrettir. Olumsuz şartların sebep olduğu bir zaman dilimindeki insanlar ise mecazi ehl-i fetrettir. Bediüzzaman hazretlerinin şu ifadeleri hakiki ehl-i fetret içindir: “zaman-ı fetrette وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً sırrıyla; ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bil'ittifak, teferruattaki hatiatlarından muahazeleri yoktur. İmam-ı Şafiî ve İmam-ı Eş'arîce; küfre de girse, usûl-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünki teklif-i İlahî irsal ile olur ve irsal dahi, ıttıla' ile teklif takarrur eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-i salifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevab görür, etmezse azap görmez. Çünkü mahfî kaldığı için hüccet olamaz.” (Mektubat, 385 - 386)
- Üstadın şu ifadelerinde ise, mecazi ehl-i fetrete işaret edilmiştir: “...Çünkü ahirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedî'ye (asm) bir lâkaydlık perdesi gelmiş ve madem âhirzamanda Hazret-i İsa'nın (as) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (as) mensub Hristiyanların mazlumları çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir.” (Kastamonu Lahikası, 111 - 112 )
- Bu açıklamadan sonra soruya geçebiliriz:
“İslamdan haberi olmayan veya menfi bir propagandaya maruz kalmış bir kimse madem cennete gidecek ona İslamı tebliğ ederek zulmetmiş olmaz mıyız?”
- Önce şunu belirtelim ki, soruda yer alan “menfi bir propagandaya maruz kalmış..” ifadesi bizce isabetli değildir. Çünkü, dünyada bir şekilde menfi propagandaya maruz kalmayan yok gibidir. Bugün-İslam ülkeleri dahil- hangi ülke vardır ki,  İslam’ın aleyhinde propagandalar yapılmış olmasın…! Ayrıca bu menfi propagandanın sınırları neleredir, bunları kim tayin eder?
Demek ki, su-i istimale müsait olan bu gibi sözleri, fetret muafiyetinden yararlanmak için bir ölçü olarak kabul etmek mümkün değildir.
İkincisi:  Bugün İslam mesajını duymayan yok gibidir. Üstadın ifade ettiği şartlar bugün de var mıdır, yok mudur? Bunu bizim gibilerin şeri ölçüler içerisinde tespit etmesi mümkün değildir. Bu konuda Üstadın bu içtıhadına karşı itirazlar yapılırken, başka bir alimin bunu bir kural şeklinde takdim etmesine şüphesiz binlerce itiraz vaki olur.
Üçüncüsü: Bizim -kimin mecazi de- olsa bir nevi “fetret ehli” olduğunu tespit etmemiz mümkün olmadığına göre, onlara İslam’ı anlatma görevimiz devam etmektedir.
Binde bir ihtimalle “İslam’ın davetini duymamış olduğundan cennetlik olan” bir kimseye İslam’ı tebliğ etme görevini terk etmek iki açıdan yanlıştır:
Birincisi: Zayıf bir ihtimalle Fetret ehli/dolayısıyla cennet ehli sandığımız adam, eğer gerçekten o şartlara haiz değilse, ona İslam’ı güzelce anlatamadığımız zaman, ona adeta cehennem biletini almış olacağız. Bu ise adam için büyük bir zaradır.
İkincisi: Bir müslüman’ın İslam dininin mesajlarını başkasına aktarması bir görevdir. Şayet, o zayıf ihtimale sarılıp ilgili adama/adamlara İslam’ın hakikatlerini anlatmazsak, farz olan bir görevi yapmamakla büyük bir vebal altında kalacağız. Bu da biz müslümanlar için  büyük bir zarardır.
Kaldı ki, “yakin/kesin bilgi karşısında, kesin olmayan/şüpheli bilginin bir değer ifade etmediği” hususu, İslam literatüründe kabul gören önemli bir kuraldır.  “Zan haktan/gerçeklikten hiç bir şey ifade etmez/gerçeğin yerini tutamaz” (Necm, 53/28) mealindeki ayetin ifadesi de bu ilmi kuralın doğru olduğunu göstermektedir.
Buna göre, kesin olan tebliğ vazifemizi, şüpheli ihtimaller uğruna feda etmek mantıklı değildir.
- Bununla beraber, biz İslam’ın bize yüklediği tebliğ sorumluğumuzu yerine getirmek zorundayız. Karşımızdaki muhataplarımızın hangisinin “ehl-i fetret ve ehl-i cennet” sayıldığını bilemiyoruz. Eğer tebliğ etmezsek, bir yandan vebal altında kalırız, diğer yandan “Allah katında cennete girme şartlarına haiz olup olmadığını” bilmediğimiz bir kaç kişiyi düşünerek, ehl-i fatret sayılmayan milyonlarca insanın cehenneme girmesine sebebiyet vermek, ne iman şuurunun haşmetine ne de vicdan şuurunun şefkatine yakışır.
Varsayalım ki, tebliğimizden cennetlik diye hayal ettiğimiz 5-10 kişi zarar da etse, buna mukabil bu tebliğimizle yüzlerce insanın yarar görmesi söz konusudur. “Şerr-i kalil için hayr-ı kesir terk edilmez/az bir zarardan dolayı çok büyük bir kârdan vazgeçilmez” düsturunun da sorudaki problemimizi çözeceğini ümit ediyoruz.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu konuyu yazdır

  İslam dininin sembolü, simgesi, parolası, alameti nedir?
Yazar: SanalikaForum - 19-05-2017, 16:02 - Forum: İslami Bilgiler - Yorum Yok

Soru Detayı
- İslam dininin şiarı, işaret ve sembolleri var mıdır, varsa nelerdir?

Cevap
Değerli kardeşimiz,
Şiar, Allah'a kulluk etmeye vesile olan, saygı gösterilmesi ve korunması gereken belli ibadet, işaret ve semboller anlamında bir terimdir.
Sözlükte "bilmek, hissetmek" anlamındaki şi'r (şa'r) kökünden türeyen şiar (şaî-re, çoğulu şeâir) "ayırıcı özellik, nişan, alâmet, sembol" manasına gelir. Şiâre ve meş'ar kelimeleri de aynı anlamdadır.
Bu çerçevede bayrak ve sancak gibi temsil özelliği taşıyan şeylere veya askerlikte kullanılan parolalara da şiar adı verilmiştir.
Dinî terminolojide Allah tarafından vazedilen, O'na kulluk etmeye vesile olan, saygı gösterilmesi ve korunması gereken belli ibadet, işaret ve semboller şiar kabul edilmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'de şiar kelimesi geçmemekle birlikte "dinin gerçekleştirilmesini emrettiği hususlar" anlamındaki şaîrenin çoğulu olan şeâir, hac ibadetinin konu edildiği dört yerde Allah kelimesine muzaf olarak zikredilir. Bu âyetlerde hac veya umre münasebetiyle aralarında yürünen Safa ve Merve ile kurban edilecek hayvanların Allah'ın koyduğu dinî simgelerden olduğu (Bakara, 2/158; Hac, 22/36), söz konusu simgelere saygısızlık edilmemesi gerektiği ve bunları yüceltmenin Allah'a bağlılıktan kaynaklandığı (Mâide, 5/2; Hac, 22/32) belirtilmektedir.
Başka bir âyette hacıların Arafat'tan sonra gittikleri mekâna (Müzdelife) "meş'arü'l-harâm" (ibadet yeri) denilerek, burada Allah'ın çokça anılması istenmektedir. (Bakara, 2/198)
Hadislerde, Câhiliye döneminde uygulandığı için ashaptan bazılarının önceleri Safa ile Merve arasında sa'y etmekte tereddüt gösterdikleri, ancak Bakara sûresinin 158. âyeti indikten sonra bunu yerine getirdikleri bildirilmektedir.(Buhârî, Hac, 79-80; Tirmizî, Tefsîrü'l-Kur'ân, 2)
Yine hac ibadeti sırasında yüksek sesle söylenen "telbiyenin (Lebbeyk Allahümme lebbeyk...)" demenin haccın şiarlarından sayıldığı haber verilmekte (Müsned, II, 325; V, 192), Hz. İbrahim'den gelen dinî bir gelenek olduğu için haccdaki uygulamalara devam edilmesi emredilmekte (İbn Mâce, Menâsik, 55; Nesâî, Menâsik, 202), ayrıca Müzdelife'deki mekânın meş'ar-i haram olduğuna dair rivayetler yer almaktadır. (Müsned, 1, 298; Müslim, "Hac", 148; Ebû Dâvûd, "Menâsik", 56)
Şeâir kelimesi naslarda daha çok hac ibadetinin rükün ve unsurlarıyla ilişkili iken daha sonra tefsir kaynaklarında ve dinî literatürde muhtevası genişletilerek ibadete, saygı ve tazime konu olan davranış ve sembollerin bütününü kuşatan bir terim şeklinde kullanılmaya başlanmış, hacda somut formlar halinde öne çıkan mekân, nesne ve uygulamaları tasvir için kullanılan terim dinin temelini oluşturan esasları da içine almıştır. Nitekim Zeccâc'ın şeâir tanımlaması bu yöndedir. (Lisânü'l-'Arab, "şiar" md.)
İmam Mâtürîdî konuyla ilgili âyeti tefsir ederken "şeâirullah" kavramına bütün farzların veya genel olarak dinî konuların girdiği şeklindeki anlayışlara temas eder. (Tevilâtü'l-Kur’ân, IV, 134)
Fahreddin er-Râzî de bir anlama göre Allah'a kulluk işareti taşıyan her şeyin tek ibadetle sınırlı kalmayıp şeâir kapsamına girdiğini söyler. (Mefâtîhul-ğayb, IV, 177; XI, 128)
Şah Veliyyullah ed-Dihlevî, şeâirin alanını daha da genişleterek ibadetlerin yanında Allah'ın kendine has kıldığı ve manen O'na yaklaşma vesilesi yaptığı, duyularla algılanabilen dinî sembolleri de bu terim içinde kabul eder. Buna göre en büyük dört şiar Kur'an, Kabe, Peygamber ve namazdır. Bunlara saygı göstermek Allah'a saygı göstermek, saygısızlıkta bulunmak O'na saygısızlık yapmak hükmündedir. (Hüccetullâhi'l-bâliğa, I/206-209)
Elmalılı Muhammed Hamdi şeâirin bazen ibadetin kendisiyle, bazen da ibadet edilen yerle ilişkili olabileceğini belirtir; bu bağlamda haccın rükünleri yanında ezanı, cemaatle namazı, cuma ve bayram namazlarını, hatta camileri ve minareleri de dinin şiarları arasında sayar. (Hak Dini, I/554; bk. DİA İslam Ansiklopedisi, Şiar md.)
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri de şeairin, âdeta toplumun tamamını ilgilendiren birer ibadet olduğunu söyler. Birinin yapmasıyla o toplum tamamen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de bütün Müslümanlar sorumlu olurlar.  Bu noktadan konuyu değerlendirdiğimiz de, bunları yapmakta herhangi bir gösteriş ve riya söz konusu olamaz. (bk. Lem'alar, On Birinci Lem'a)
Sonuç olarak, Dinin topluma ve sosyal hayata bakan yönlerine "İslam alametleri" denilebilir.
Buna göre, iman alameti olan kelime-i tevhit ve kelime-i şahadet; Allah’ı zikretmek anlamında besmele, hamdele, salvele, tekbir, tahmid, tehlil gibi zikir ifade eden kelimeler; namaz, oruç, hac, zekât, kurban, cuma, cemaat gibi ibadetler; cami, minare, sarık, başörtüsü/tesettür gibi alametler; bayram, ezan, selam gibi adetler de “İslam alametleri/sembolleri/simgeleri” sayılırlar.
Özetle, bize Allah’ı, Kur’an’ı, Peygamberi, İslamiyeti, Müslümanlığı hatırlatan her şeye şeair denilebilir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu konuyu yazdır

  Tek bir ümmet olun diye bir emir var mıdır?
Yazar: SanalikaForum - 19-05-2017, 16:02 - Forum: İslami Bilgiler - Yorum Yok

Soru Detayı
Allah c.c. katında Din İslam´dır, Din olarak Allahu Teala İslamı seçmiştir ve Dinini tamamlamıştır. Hırıstiyan Ümmeti İncil ile Tevrat ehline hitap eder özellikle İsa Mesih engerekler soyu, ey kıt imanlılar diye birçok kez onlara seslenir. Kuran-ı Kerim ise hiçbir kavim olmasın ki biz onlara elçiler göndermiş olmayalım buyurur, AllahuTeala´nın doğurmadığını, doğmadığını, eşi, benzeri, dengi olmadığını ve tekbir İlah olduğunu üstüne basa basa beyan eder. İnsü-Cin şeytanları vesvese verebilir, mübarek kişilerin, insanlar tarafından ilahlaştırılmasına sebep olabilir buna izinlidir. Fakat öyleleri var ki zihinlerinde, gönüllerinde şeytanların dahi aklına gelmeyecek sinsi vesveselerden daha art-niyetli fitneye, fesada sahipler ve bütün ruhları, güçleri ve kuvvetleri ile kendilerini bu yola adamışlar. Kaldı ki bir de Islama hizmet ettiklerini ileri sürerler. Yüce Rabb insanlardan da, Meleklerden de elçiler seçer, hayvanların bile kendi aralarında birer cemaat oluşturduğu bildirilir tabi bir hayvan kadar olamayanlar bunu nasıl anlasın. Tek bir ümmet olun diye bir emir var mıdır, ayet ile alakası olmayan bir takım hadisçilerin iddia ettiği gibi Kuran-ı Kerim kılavuzluğu doğrultusunda yani yalnız O´nu Rabb edinerek bütün Semavi Kitapların hükmü kalkmıştır ve geçersizdir diyenlerin hakkındaki görüşünüz ne? Allah´ın c.c. sözlerini birçok rivayetler ile açıklayanların teslimiyeti var mıdır? Bu arada AllahuTeala ümmet-i Muhammed için ister beğensinler, ister beğenmesinler savas onlara farz kılındı buyurur, ne var ki aynı Allahu Teala önceden insanlar tekbir ümmeti, onları ayrı ayrı ümmetlere bölüp, her birine ayrı ayrı birer yol, birer şeriat verdik ki birbirleri ile hayır işlerinde yarışsınlar buyurur. Şimdi bunlar kendilerine, mallarına, namuslarına, canlarına saldırılmadığı halde savaş için her türlü hileye, tuzağa başvurup, her yere sızmış durumunda iseler ve kendi görüşlerine, dini anlayışlarına tabi olmayan herkese sinsice kin besliyorlar ise garip geldikleri gibi garip gidecek olmalarının bilhassa sebebi bu mu?

Cevap
Değerli kardeşimiz,
Önce şunu belirtelim ki, bu soru çok karmaşık düşüncelerin bir bileşkesi görünümündedir ve bu sebeple de oldukça kapalıdır.
Bununla beraber, biz detaylara girmeden soru olarak tespit edebildiğimiz hususlara cevap vermeye çalışacağız:
a)  “Tek bir ümmet olun diye bir emir var mıdır?”
Sorunun başındaki “Allah c.c. katında Din İslam´dır, Din olarak Allahu Teala İslamı seçmiştir ve Dinini tamamlamıştır..” ifadesinden hareketle de bunun cevabını bulmak mümkündür.
Bu ifadenin ilk cümlesinin geçtiği ayetin meali şöyledir:
“Allah katında hak din İslâmdır. Kendilerine kitap verilmiş olanlar ise, onlara bilgi ulaştıktan sonra, sırf aralarındaki kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse bilsin ki, Allah'ın hesap görmesi pek çabuktur.” (Al-i İmran, 3/19)
Bu ayette zikredilen “İslam”dan maksat, bütün hak dinler olmakla beraber, onların hepsinin son dinin özel ismi olan “İslam” unvanıyla anılması, hak dinlerin en bariz özellikleri, İslam dinindeki -değişmez- iman esaslarını paylaşmış olmalarıdır.
Bunun neticesi şudur: İslam dinin temel iman esaslarından veya bir kısmından uzaklaşanlar “hak din” olma kimliğini de kaybetmiş sayılır.
- İslam alimleri bu ayette yer alan “Kendilerine kitap verilmiş olanlar” ile kimlerin kast edildiği konusunda farklı yorumlar yapmışlar. Bu yorumları şöyle sırlamak mümkündür:
1. Burada kötülenen ehl-i kitaptan maksat, Yahudilerdir. Hz. Musa, vefatı yaklaştığında, Tevrat’ı yetmiş Yahudi din alimlerine teslim etti, onları yed-i emin olarak tayin etti. Bir asır sonra bu alimlerin çocukları, Tevrat’taki ilme vakıf olmalarına rağmen, kıskançlık, haset ve  dünya menfaati yüzünden (yanlış yorumlarla) ihtilafa düşüp birbirine girdiler..
2. Bunlardan maksat, Hristiyanlardır. Bunlar, Hz. İsa’nın Allah’ın kulu ve resulü olduğu bilgisine sahip olduktan sonra, ihtilafa düşüp bazıları onun “Allah’ın oğlu” olduğunu savunmaya başladılar. Maalesef bu gün onların kahir ekseriyeti, bu teslis inancına sahiptir.
3. Bunlardan maksat, hem Yahudi hem de Hristiyanlardır. Allah’tan başka ilah olmadığına dair bilgiyi öğrenmelerine rağmen daha sonraki nesiller hak yoldan saptılar. Yahudiler Hz. Uzeyr’i, Hristiyanlar da Hz. İsa’yı  ilahlaştırdılar. Bununla beraber, bekledikleri en son peygamber kendilerinden olmadığını görünce, “Biz kitap sahipleri olarak, şu ümmi/kitapsız Kureyşlilerden bu işe daha  layığız” diyerek Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr ettiler. (bk. Razi, ilgili ayetin tefsiri)
4) “Allah katında hak din İslâmdır” mealindeki ifadeden maksat, Hz. Muhammed’in getirdiği ve hakiki tevhit din olan İslam dinidir. Allah, İslam dininden başkasına razı olmaz. (bk. Beydavi, ilgili ayetin tefsiri)
b) “Ayet ile alakası olmayan bir takım hadisçilerin iddia ettiği gibi Kuran-ı Kerim kılavuzluğu doğrultusunda yani yalnız O´nu Rabb edinerek bütün Semavi Kitapların hükmü kalkmıştır ve geçersizdir diyenlerin hakkındaki görüşünüz ne?” şeklindeki soruya şöyle cevap verebiliriz:
- Önce şunu söyleyelim ki, -kendi çapımızda- hak bildiğimiz şeyleri söylemekten başka bir gayemiz yoktur. Çünkü; Bediüzzaman hazretlerinin de ifade ettiği gibi, “hakkın hatırı âlidir, hiç bir hatıra feda edilmez; edilmemelidir”
- Evet, biz -Hz. Peygamberin sünnetini ders veren- hadislerin Kur’an’dan sonra İslam dininin ikinci teşri kaynağı olduğuna inanan alimlerin büyük çoğunluğunun izindeyiz. Bununla beraber, biz sahih hadislerin yanında bir kısım zayıf hatta mevzu hadislerin de varlığına inanıyoruz. Ve prensip olarak bunlarla amel etmiyoruz..
- Bu açıklamalardan da anlaşıldığı üzere, biz hadisleri reddetmiyoruz. Hadisçilerin bildirdiği sahih hadislerdeki bilgilere de inanıyoruz..
- Şimdi “Tekbir ümmet olun diye bir emir var mıdır?” şeklindeki sorunuza tam cevabımız şöyledir: Sorudaki şekliyle açık bir ifade yoktur, fakat ayetlerde ve sahih hadislerde bu manaya gelen ifadeler vardır. Bazı örnekleri verelim:
1. Biz seni bütün insanlara bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bunu bilmiyor.” (Sebe, 34/28) mealindeki ayette ehl-i kitap için bir istisnai durum söz konusu değildir. Bu ayetin dolayısıyla anlamı: “Ey insanlar hepiniz İslam dinine girin ve tek ümmet olun” şeklindedir.
2.  “Sizin her biriniz(her bir peygamber) için Biz bir şeriat ve açık bir yol tayin ettik.” (Maide, 5/48) mealindeki ayette her peygamberin kendi döneminde uyulması gereken bir şeriatı, bir dini olduğu vurgulanmıştır.
- Denilebilir ki, Modern hukukta Anayasa hukuk herkesi bağladığı gibi, her din de ilahi bir anayasa olarak kendi döneminde ilgili toplumların uyması gereken bir ilahi sistemdir. Yalnız belli bir topluluğa gelen dinler, o ilgili topluluğu bağlar. İslam dini gibi bütün insanlara gelen evrensel bir din ise bütün insanları bağlar.
- Keza, bilindiği üzere, herhangi beşeri bir anayasanın veya yasanın bazı maddeleri değiştirildiği zaman, herkesin yasaların bu son şekline uymaları gerekir. Bunun gibi, tarih boyunca gelen peygamberler iman esaslarında aynı olmakla beraber, şeriat dediğimiz dinin hukuki, ahlaki ve ibadet kısmında farklı prensipler vazetmişler. Yalnız, kitap veya sahifeler şeklinde bir vahiy almayanlar, bu konularda bir önceki kitaba bağlıdır.
Bu kural penceresinden hakikatin yüzüne baktığımız zaman şu manzarayı görürüz; İslam dini en son dindir ve Tevrat, İncil gibi önceki kitapların bazı hakikatlerini de ihtiva eden ve onları tasdik eden en büyük kitaba sahiptir. Demek ki, İslam dinin önceki herhangi bir dine bağlı kalması düşünülemez.
O halde, İslam dininin  ortaya çıktığı günden ta kıyamete kadar bütün prensipleriyle ve bütün insanların uyması gereken yegâne mercidir ve  Allah’ın razı olduğu yegâne dindir. Çünkü, artık onun yasaları yürürlüktedir.
3. Rivayete göre, Hz. Peygamber bir münasebetle şöyle buyurdu: “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Eğer Musa şimdi yaşıyor olsaydı, bana tabi olmaktan başka bir yolu yoktu!” (bk. Ahmed b. Hanbel, 3/338; İbn Ebî Şeybe, 5/312; Ebû Ya’lâ, 4/102)
Demek ki, eğer Hz. Musa da sağ olsaydı, o da Hz. Muhammed’in şeriatıyla amel edecek, O’na tabi olacaktı!
Allah hepimize hidayet nasip etsin, doğru yoldan ayırmasın, Âmin!
- Asrın müceddidi Bediüzzaman hazretleri de İslam dininin bütün insanlara hitap ettiğini bildirmiştir. İlgili ifadeleri şöyledir:
“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nev'-i beşere mukteda ve imam ve rehber olarak gönderilmiştir. Tâ ki, o nev'-i insanî, hayat-ı içtimaiye ve şahsiyedeki düsturları ondan öğrensin ve Hakîm-i Zülkemal'in kavanin-i meşietine itaata alışsınlar ve desatir-i hikmetine tevfik-i hareket etsinler. (Lemalar, 81)
Bunun özeti şudur:  Hz. Muhammed (asm) bütün insanlar için yol gösterici, takip edilen bir rehber olarak gönderilmiştir. Bütün insanlar, hayatlarında muhtaç oldukları her şeyi artık ondan öğrenecekler..
c. “Allah´ın c.c. sözlerini birçok rivayetler ile açıklayanların teslimiyeti var mıdır?” sorusuna gelince; buna cevabımız şudur.
Kur’an’ın Kur’an’la tefsir edilmesinden sonra, en büyük Kur’an tefsiri Hz. Peygamberin sünnetidir, hadisleridir.
- “Sana da Zikr’i/Kur’an’ı  indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın; ta ki düşünüp anlasınlar” (Nahl, 16/46) mealindeki ayette hadislerin bu açıklama fonksiyonuna açıkça vurgu yapılmıştır.
Demek ki, Hz. Peygamberin ayetleri  açıklayan sahih hadileri, ayetlerin en büyük tefsiri durumundadır. Çünkü bu  ayette Hz. Peygamberin sünnetine de işaret edilmiştir. İbn Mesud gibi sahabeler de bunu böyle anlamıştır. Zaten Hz. Peygamberin “tebyin” denilen Kur’an’ı açıklama görevi başka bir şekilde tahakkuk etmez ki..!
- Nitekim, rivayete göre, Abdullah b. Mesud, dövme yapan ve saçına saç ulayan kadınlara lanet okumuş; “Kur’an’da böyle bir şeyin olmadığını” söyleyenlere de şu cevabı vererek: “Kur’an’da: ‘Peygamber size ne verirse onu alın, neden sakındırırsa ondan da kaçın’ ayeti vardır. Ben Hz. peygamberden dogma yapan ve saçına saç ulayan kadınlara lanet okuduğu işittim.” Hz. Peygamberin sünnetini/hadislerini Kur’an’ı açıklayan tefsiri saymıştır.
Keza, İmam Şafii de aynı ayete dayanarak hadislerin ifadelerini de Kur’an’ın bir tefsiri olarak kabul etmiştir. (bk. Razi, ilgili ayetin tefsiri)
- Sitemizde bu konuyla ilgili oldukça fazla bilgi vardır.
- Mealini vereceğimiz şu sahih hadisin ifadeleri, bu gibi rivayetlerin çürük olduğunun açık delilidir:
“Dikkat edin, bana kitap (Kur’an) yanında bir o kadarı da verildi. Dikkat edin ki, yakında bir adam karnı tok koltuğuna gerilerek şöyle diyecek: “Siz Kur’an’a bakın; onda bulduğunuz helalı helal, bulduğunuz haramı da haram sayın…” (Ebu Davud, es-Sünne, 6)
- Diğer bir rivayette ciddi bir uyarıcı barındıran şu hususlara dikkat çekiliyor:
“Sakın! Sizden biriniz koltuğuna dayandığı bir halde, kendisine emir veya yasaklarımdan bir hüküm geldiğinde; ‘Biz bunu bilmiyoruz, Allah’ın kitabında ne varsa ona uyarız’ derken görmüş olmayayım.” (Ebu Davud, es-Sünne, 6)
Özetle, Allah katında hak din İslam’dır. İslam’ın kaynağı da Kur’an ve Sünnet’tir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu konuyu yazdır

  Dinler birbirlerinin kopyası mıdır?
Yazar: SanalikaForum - 19-05-2017, 16:02 - Forum: İslami Bilgiler - Yorum Yok

Soru Detayı
Dindarlar, dinlerin benzerliklerini, dinin ana kaynağının aynı olmasına bağlarlar. Oysa; 1. Birbirlerinin kopyasıdırlar. 2. Arızalı beyinler, benzer sanrılar görüyorlar. Biyolojik beynin arızaları da benzer. 3. Yeni çıkan dinler, öncekini tanır/hükmünün değiştiğini söyler. İsa, Musa'yı tanıdı, Muhammed İsa ve Musa'yı tanıdı, Bahaullah hepsini tanıdı. 4. Hazırda zaten uyutulmuş bir kitle var (yani daha önceden başka dine iman edenler), kim kaçırmak ister, o kitleyi..

Cevap
Değerli kardeşimiz,
Cevap 1:
Semavi dinlerin kaynağı bir olduğu için, özellikle iman esaslarında benzerlik ve birliğin olması bu dinlerin doğruluğunu göstermektedir.
Mesela bütün hak dinlerde “la ilahe illallah=Allah’tan başka ilah yoktur” hakikatinin ilan edilmesi, tevhid inancının tartışmasız bir gerçek olduğunun göstergesidir. Zira, binler sene içerisinde farklı zaman dilimlerinde ortaya çıkan hak dinlerin aynı noktaya parmak basması bu işin kaynağının gerçekliğine büyük bir kanıttır.
- Birbirlerini görmeyen bu dinlerin sahibi olan peygamberlerin bu görüşlerini daha önceki peygamberlerden kopya ettiklerini düşünmek, beşer aklını hafife almak demektir.
Özellikle okuma-yazması olmadığı herkes tarafından kabul edilen, Kur’an’da bu husus açıkça vurgulandığı halde, tarihin şahadetiyle muarızlarından hiç kimsenin buna karşı çıkmadığı bilinen ve çocukluğundan beri bulunduğu çevre halkı tarafından -asla yalana tenezzül etmeyen, en güvenilir bir kimse olduğunu unvanı olarak- kendisine “Muhammedu’l-emin” unvanı verilen Hz. Muhammed’in elindeki vahyin/Kur’an’ın eski kitaplardan kopya olduğunu iddia eden kimsenin -şayet akli muhakemesi yerindeyse- dinsizliğin verdiği ön yargı fanatizminin esir aldığı bir “zavallı” damgasını yemekten kurtulamayacaktır.
- Kur’an’ın daha önceki kitaplardan naklettiği bazı gerçekleri açıkça ifade etmesi, “kopyacılık” iddiasının bir safsata olduğunun açık göstergesidir. Çünkü, dürüstlüğüyle meşhur olmuş Hz. Muhammed kendisinden çok emindir. Allah’tan geldiğine inandığı eski kitapların ve suhufların, Allah’ın kitabı Kur’an’da referans verilmekten asla rahatsız olmaz.
Buna mukabil, yeri geldiğinde Tevrat’a bağlı din adamlarına -Kur’an lisanıyla-meydan okuyor ve “...eğer doğru isenin Tevrat’ı getirip okuyun bakalım!” (Al-i İmran, 3/93) demekten çekinmiyor. Bu cesur tavır, “kopyacılık” iddiasının açık bir yalan olduğunu göstermektedir.
Cevap 2:
“Arızalı beyinler, benzer sanrılar görüyorlar. Biyolojik beynin arızaları da benzer” şeklindeki ifade, yazarın aleyhinedir. Şecaat arz ederken iki-üç yönden hezimete sürüklenmiştir:
Birincisi: “Arızalı beyinler, benzer sanrılar görüyorlar” yargısı, tam da yazarın hayatında tecrübe ettiği, bizzat yaşadığı bir hükümdür.
İkincisi: Yazarın bu benzerliklere vurgu yapması, yalnız bugün bile iki milyara yakın Müslüman insanın beyin arızalısı olduğunu söylemek için ise, özellikle diğer din mensupları da buna dahil olduğuna göre, insanlık camiasının yaklaşık % 70-80’inin deli olması gerekir.
Bu kadar kocaman bir yalana cesaret eden kimsenin ne olabileceğine doktorlar karar vermelidir.
Üçüncüsü: Eğer bu benzetme ile, vahiy kitaplarının birer kopya oldukları kastedilmişse, bu düşünce zifiri cehalet kılığına bürünmüş dinsizlik sara nöbetinin dışa vurmasıdır. Çünkü, insanlardaki arızalı beyin benzerliği varsa, sağlıklı beyinlerin benzerliği de vardır. Kalplerin de dahil olduğu insan organlarının birbirine nakledilebilmesi, bu benzerliğin açık göstergesidir.
Şu halde, bu adamın iddiasına göre, milyarlarca insanların bütün organları -benzer olduklarından- birbirinin kopyasıdır.
Biz de deriz ki, bu iddia sahibi, insanların organlarının birer kopya olduğunu ispat ederse, bu takdirde semavi kitapların da birer kopya olduklarına dair iddiasında bir arpa boyu kadar da olsa “evhamdan kaynaklanan” bir haklılık ihtimali olabilir.
Eğer bunu ispat etmezse, bu takdirde bütün insanların sayısı kadar/hatta organlarının sayısı kadar “yalancı-müfteri” damgasını yemekten kurtulamaz.
Cevap 3:
Semavi olan dinlerin birbirini tanıması, onların hak din olduklarının göstergesidir. Çünkü, farklı zaman diliminde gelen bu dinlerin birbirlerini desteklemesi, onların aynı kaynaktan beslendiğini gösterir.
Nitekim, değişik hayali kaynaklardan beslenen beşeri dinlerin birbirini desteklediğini kimse iddia edemez.
Cevap 4:
“Hazırda zaten uyutulmuş bir kitle var (yani daha önceden başka dine iman edenler), kim kaçırmak ister, o kitleyi..” ifadesi, ateistlerin yalancılıkta sınır tanımadığını, diğer bir ifadeyle “tanrı tanımazlık”, “iftirada sınır tanımazlık” anlamına geldiğini göstermektedir. Çünkü;
a) İslam dininin ilk müminleri olanlar, çoğunlukla, hiç bir dine bağlı olmayan puta tapan müşrikler idi. Demek ki (yani daha önceden başka dine iman edenler..), ifadesi yalanın ötesinde bir zırvanın zirvesini göstermektedir.
b) “Hazırda uyutulmuş bir kitlenin var olduğu” doğrudur. Fakat bu kitle dindar kesim değil, dinsiz kesimdir. Bunun en büyük delili, ateist rejimlerin yıkılmasından sonra insanların hızla dindarlığa dönmesidir.
Bunun manası şudur: “Materyalist felsefe ile uyutulmuş ateist kitle, materyalist düşünce afyonundan kurtulur kurtulmaz, kendine geliyor, aklını başına alıyor, gerçekleri görüyor ve bir dine, özellikle de en son hak din olan İslam dinine intisap ediyor.”  
Bir gün, bu iddia sahibi de ateizm afyonundan paçayı kurtarıp, aklını başına devşirir,  “modern bilimin evrenin sonradan yaratıldığını kabul ettiğini, sonradan var olan her şeyin mutlaka bir var edeni olduğunu, bir iğnenin bile ustasız olmadığını, olamayacağını, bir tek harf bile yazarsız yazılamayacağını” düşünüp de kelime-i şahadet getirip Müslüman olabilir. Biz de onu bütün benliğimizle alkışlayacağız..

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu konuyu yazdır

  Kur'an-ı Kerim'in Ehl-i kitaba (Yahudi ve Hristiyanlara) bakışı nasıldır?
Yazar: SanalikaForum - 19-05-2017, 16:02 - Forum: İslami Bilgiler - Yorum Yok

Değerli kardeşimiz,

İslâm dinî, müşriklerle (Allah’a ortak koşanlarla), kitap ehlini yani Hıristiyanları ve Yahudileri bir tutmaz. Mâide sûresinde
Alıntı:Kendilerine kitap verilenlerin yiyecekleri size helâldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir. (Mâide, 5/3)
buyurulur. Buna göre onlarla iktisadi ve ticari sahalarda münasebet kurulabilir. Âyetin devamında ise, Müslüman erkeklerin kitap ehlinden olan namuslu kadınlarla evlenebilecekleri haber verilir. Halbuki, bir Müslümanın bir putperestle evlenmesine izin verilmemiştir.
Kur'an'da lanet edilen Yahudilerin özelliklerine sahip olan Yahudilere lanet etmek caizdir. Çünkü Kur'an'da Yahudilere lanet edilmiştir. Ama bu vacip değildir, lanet etmeyen mesul olmaz.
Ehl-i kitap hakkındaki şu âyet-i kerimeleri de nakletmekte fayda görüyoruz:
Alıntı:“(Ey Resulüm!) de ki: Ey Ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah’tan başkasına tapmayalım; Ona hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın.” (Âl-i İmrân, 3/64)
Alıntı:“İçlerinden zulmedenler bir yana, Ehl-i kitapla ancak en güzel yoldan mücadele edin ve deyin ki: Bize indirilene de, size indirilene de iman ettik. Bizim İlahımız da sizin İlahınız da birdir ve biz Ona teslim olmuşuzdur.”(Ankebût, 29/46)
Alıntı:“İnsanlar içerisinde, iman edenlere düşmanlık bakımımdan en şiddetli olarak Yahudiler ile Allah’a ortak koşanları bulacaksın. Onlar içinde iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da ‘Biz Hrıstiyanlarız’ diyenleri bulacaksın.”(Mâide, 5/82)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu konuyu yazdır

  Yetkiniz altındaki her Yahudi'yi öldürün, emri var mıdır?
Yazar: SanalikaForum - 19-05-2017, 15:55 - Forum: İslami Bilgiler - Yorum Yok

puzzle-question.png
Hz. Muhammed'in "Yetkiniz altındaki her Yahudi’yi öldürün" emri var mıdır? Bu olay gerçek midir? Hz. Muhammed, Yahudi şairi Ka’b Eşref’in öldürülmesinden sonra “Yetkiniz altındaki her Yahudi’yi öldürün” emri vermişti ve bu emir üzerine Muhayissa, yakın ticari ve sosyal ilişki içinde bulunduğu Suneyna’nın aniden üzerine atlayarak onu öldürdü. Muhayyısa´nın henüz Müslüman olmayan ağabeyi Huvayyısa b. Mes´ud ona vurmaya başladı ve: “Ey Allah düşmanı! Onu öldürdün ha?! Vallahi, senin kamında onun malından pek çok içyağı vardır!” dedi. Muhayyısa: “Vallahi, onun öldürülmesini bana öyle bir zât emretti ki, eğer o seni öldürmemi de bana emretseydi, muhakkak senin boynunu da vururdum!” dedi. Huvayyısa´nın İslâmiyete girmesine ilk sebep, bu cevap oldu. Huvayyısa: “Şaşılacak şey! Eğer Muhammed öldürülmemi sana emretse, gerçekten beni öldürür müsün?” dedi. Muhayyısa: “Evet! Vallahi, o senin boynunu vurmayı bana emretseydi, muhakkak, senin de boynunu vururdum!” dedi. Huvayyısa: “Vallahi, seni bu duruma getiren bir din, hayrete şayandır!” dedi ve o da Müslüman oldu. [İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c.3, s.62, Vâkıdî, Megâzî, c.1, s.191-192, Taberî, Târih, c.3, s.5, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c.3, s.200, İbn Abdilberr, İstiâb, c.4, s.1464, İbn Esîr, Kâmil, c.2, s.144, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c.1, s. 01, Zehebî, Megâzî, s.1 31, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c.4, s.5.]
Yazar.png
Değerli kardeşimiz,
- Bu rivayetlerin en sağlam kaynağı -alimlerin ittifakıyla- Ebu Davud’un Sünen’idir. (bk. Ebu Davud, Sünen, h.no: 3002)
- Bu rivayetin senedinde de iki meçhul ravi olduğundan hadis zayıftır. (bk. Nasıruddin el-Elbani, Daifu Ebi Davud, 2/431)
- İbn Teymiye  “el-Vakidi”yi -diğer birçok alim gibi- zayıf gördüğü için ondan gelen rivayetin zayıflığına “Bunu yalnız Vakidi rivayet etmiştir” ifadesiyle işaret etmiştir. (bk. es-Sarimu’l-Meslul, 1/90-91)
- Görebildiğimiz kadarıyla, bu konuyu ilk defa söz konusu eden İbn İshak’tır. İbn İshak, bu bilgiyi “Beni Harise’nin bir azatlı kölesinden” almıştır. (bk. İbn Hişam, es-Sire, 2/58; İbn Kesir, es-Sire, 3/16)
Buna göre, senedin ilk ravisi meçhuldür.
Senedin ikinci ravisi “Muhayyısa’nın kızı” da meçhuldür.
Kaldı ki, bazı kaynaklarda Muhayyısa’nın kızı, diğer bazı kaynaklarda Muhayyısa’nın oğlu olarak geçmektedir. Bu da rivayetin çok zayıf olduğunu gösterir.
- Bununla beraber, bütün araştırmalarımıza rağmen, İbn İshak’da -senetle ilgili-böyle bir bilgiye rastlayamadık.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu konuyu yazdır

Forumun saati Türkiye saatine göre ayarlanmıştır. Sonra bi yere geç kalınca SanalikaForum'dan şikayetçiyim demeyin.

Taklitlerimizden sakının/Grafikleri çalan Ajdar olsun.


Online Shopping App
Online Shopping - E-Commerce Platform
Online Shopping - E-Commerce Platform
Feinunze Schmuck Jewelery Online Shopping