Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

E-posta Adresiniz:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 212
» Son Üye: suhausu
» Toplam Konular: 11,951
» Toplam Yorumlar: 12,905

Detaylı İstatistikler

 
  Tahrif olmamış Tevrat olduğu doğru mudur?
Yazar: SanalikaForum - 19-05-2017, 15:54 - Forum: İslami Bilgiler - Yorum Yok

puzzle-question.png
- Tevrat değiştirildiyse, Peygamberimize işaret eden ifadelerin olması nasıl açıklanabilir?
Yazar.png
Değerli kardeşimiz,
Asıl Tevrat’ın kaybolduğu bilinmektedir. Bununla beraber, değişik tercümeleri bulunan Eski Ahid’in her tercümede birbirine uymayan farklı yanları vardır. Örneğin, Seb’iniye olarak da bilinen Yunanca tercümesi ile İbranice nüshası arasında açık bazı farklar vardır. İlk dili İbranice olan Eski Ahid’in Aramice ve Yunanca tercümeleriyle birlikte tahrifat da başlamıştır. (Geniş bilgi için bk. M. Ziyau’r-Rahman el-Azamî, el-Yahudiye ve’l-Mesihiyye, s.175-181)
Keldanîce, Latince, Hebeşce, Gavtice, Ermenice, Arapça tercümeler arasında da farklılıklar mevcuttur (a.g.e., a.y). Bu husus asıl nüshası mevcut bulunmayan İnciller için de geçerlidir.
- Tevratın tahrifatı iki şekilde mütalaa edilmektedir: Birincisi: ayetlerin lafzının tahrifi ve bir kısım ilavelerin yapılması. İkincisi, mananın tahrifi. Birinci şıkkın tahrif boyutu konusunda “hittetun/hintatun” gibi örnekler vardır.
Ayrıca, Kitab-ı Mukaddes’te “gerek modern bilime aykırı beyanları, gerekse, Hz. Lut, Hz. Davud kıssaları" gibi hiçbir peygamberin şanına yakışmayan uydurma hikâyelerin bulunmasına da tahrifin, yorumların dışında lafzen de vuku bulduğunun göstergesidir.
İkinci tahrifat konusu, her zaman olmuş ve -Hz. Zekeriya ve Hz.Yahya dahil-, Hz. Musa’dan sonra gelen peygamberlerin önemli vazifelerinden biri de bu yanlış yorumları ve manevî tahrifleri tamir etmek olmuştur. Ancak, bu tahrif hastalığı, Yahudilerde her zaman yeniden nüks etmiştir.
Tevrat ve İncil’in tahrif edilmiş olması, onlarda hiçbir doğrunun kalmadığı anlamuna gelmez. Nitekim, Hüseyin Cisri, Risale-i Hamidiyye isimli eserinde Tevrat ve İncil’de, Peygamberimiz Hz. Muhammed’e işaret eden yüzlerce bilgi çıkarmıştır.
Nitekim, Hz. Muhammed (a.s.m)’in, o günkü Ehl-i kitap alimlerine karşı meydan okuduğu, onların kitaplarındaki gerçekleri örtbas ettiklerini (yorumlarıyla tahrif ettiklerini) söylediği ve konuşma esnasında onları susturduğu Kur’an, hadis, tarih ve Siyer kitaplarında açıkça belirtilmektedir. Konuyla ilgili birkaç misal:
a. “Tevrat'ın indirilmesinden önce, İsrail'in (Ya'kub'un) kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceğin her türlüsü İsrailoğullarına helâl idi. De ki: Eğer doğru sözlü iseniz o zaman Tevrat'ı getirip onu okuyun. Artık bundan sonra her kim Allah'a karşı yalan uydurursa, işte bunlar, zalimlerin ta kendisidirler.”(Al-i İmran, 3/93-94).
Bu ayetin nüzul sebebi olarak bir iki husus bildirilmiştir:
- Yahudiler, Hz. Peygamber (a.s.m)’e “nesih=bir önceki hükmü kaldırma” konusunda itiraz etmişler ve dinde böyle bir şeyin olamayacağını söylemişlerdi. Bu ayet onlara cevap olarak inmiş ve “Tevrat’tan önce -Hz. Yakub’un kendine haram kıldığı/kendine yasakladığı şey hariç tutulursa- diğerleri haram değildi. Tevrat, neshi inkâr etmek şöyle dursun, tam tersine önceden helal olan bazı şeyleri İsrailoğullarına haram kılmakla nesih yapmıştır.” diyerek, aksini iddia eden Yahudilere meydan okumuştur.
- Diğer bir rivayete göre, Yahudiler, Hz. Muhammed (a.s.m)’e “Sen bir yandan Hz. İbrahim’in milletinden olduğunu söylüyorsun, bir yandan da onun dininde yasak olan devenin etini ve sütünü helal sayıyorsun?..” diye itiraz etmişlerdi.
Bu ayetle, söz konusu yasağın Hz. İbrahim zamanında değil, onun torunu olan Hz. Yakubu’n kendine yaptığı bir yasak olduğunu vurgulamıştır. Rivayete göre, Hz. Yakub yakalandığı “siyatik” hastalığından iyileşmesi durumunda en sevdiği yiyecek olan devenin etini ve sütünü yemeyeceğini bir adak olarak adamıştır.
Nüzul sebebi ne olursa olsun, açık olan bir şey vardır ki, Yahudilerin Tevrat’ta olmadığını iddia ettikleri bir bilginin varlığında ısrar eden Hz. Muhammed (a.s.m); “Eğer doğru sözlü iseniz o zaman Tevrat'ı getirip onu okuyun.” diyerek meydan okumuş ve onlar da bunu getirmekten imtina etmişlerdir(bk. Taberî, Kurtubî, Razî, İbn Kesir, İbn Aşur, Nesefî, Alusî, ilgili ayetin tefsiri).
b. “Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda tartışanlara de ki: Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım, sonra da beddua edelim de Allah'tan yalancılar üzerine lânet dileyelim.”(Âl-i İmran, 3/61).
- Bu ayetteki meydan okuma, Necran Hristiyanlarından Medine’ye gelen ve “Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunda ısrar eden” bir heyete karşı yapılmıştır. Bu heyetin reisi olan ‘Akıb Abdu’l-Mesih’in görüşü doğrultusunda, bu “lanetleşme” teklifine cevap vermeye cesaret edememişlerdir(bk. Taberî, Kurtubî, Razî, İbn Kesir, İbn Aşur, Nesefî, ilgili ayetin tefsiri).
c. “Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Muhammed’i), öz evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen, onlardan bir kısmı, bile bile gerçeği gizler.”(Bakara, 2/146).
- Bu ayette, Hz. Muhammed (a.s.m)’in İncil ve Tevrat’ta bulunan vasıfları sebebiyle, kendi çocuklarını değer insanlardan ayırıp tanıdıkları gibi, onu tanıdıkları vurgulanmıştır. Rivayete göre, Hz. Ömer, Yahudi âlimlerinden Abdullah b. Selam’a “Gerçekten -kitabınıza dayanarak- Hz. Muhammed (a.s.m)’i çocuklarınızı tanıdığınız gibi tanıyor musunuz?” diye sormuş, o da “Onlardan daha fazla tanıdıklarını” söylemiştir. (bk. Taberî, Kurtubî, Razî, İbn Kesir, İbn Aşur, Nesefî, ilgili ayetin tefsiri).
- Çok önemli bir nokta da şu olsa gerektir: Eğer, Hz. Muhammed (a.s.m)’in üzerinde ısrarla durduğu ve Tevrat’ta bunun mutlaka var olduğunu söylediği hususlar, gerçekte olmamış olsaydı, herkesten önce -kendisine iman eden Yahudi alimlerinden- Abdullah b. Selam gibi insanlar, bir an İslam dininde kalmaz hemen eski dinlerine dönerlerdi. Bu husus, Hristiyan alimleri için de geçerlidir. Onların hayatları boyunca, İslam dinine samimi olarak gösterdikleri bağlılık, bu ayetin ve Hz. Muhammed (a.s.m)’in doğruluğunun açık göstergesidir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu konuyu yazdır

  Din'e ezeli ve ebedi denilebilir mi?
Yazar: SanalikaForum - 19-05-2017, 15:53 - Forum: İslami Bilgiler - Yorum Yok

puzzle-question.png
Değerli kardeşimiz,

Ezeli ve ebedilik Allah'a özgü sıfatlardır.
Bu sıfatlar, başka şeyler için kullanılmazlar.

Ahiret alemlerinin ve içindekilerin ebedi olması ise, Allah'ın ebediyen var etmesiyle olacaktır.

Allah'ın ebedi olması,
kendi zatının bir özelliğidir. Cennet, cehennem ve içindekilerin ebedi olması ise, Allah'ın ebediyen var etmesiyle devam edecektir.

Mesela, güneşin ışığı, ısısı ve renkleri kendindendir. Dünyadaki ısı, ışık ve renkler güneştendir. Güneş bu özelliklerini dünyada devam ettirdiği müddetçe, bu güzellikler var olmaya devam edecektir. Ama bu güzellikler dünyanın kendine ait değildir, güneşe aittir.

İşte bunun gibi, bizatihi ebedi olan Allah'tır. Cennet, cehennem ve içindekilerin ebediliği ise Allah'ın ebediyen var etmesi ve devam ettirmesiyle olacaktır. Bu sebeple aralarında bir zıtlık söz konusu değildir. Allah'ın ebediliği zatidir, kendine aittir, insanın ve diğerlerinin ebediliği arizidir; Allah'ın devam ettirmesi ve ebediyen var etmesiyledir.

Buna göre, Allah'tan başka hiçbir şey ezeli değildir.
Ebedi olacak olanlar ise, Allah'ın onların varlığını devam ettirmesiyle olacaktır. Bu açıdan ezeli olmak gibi ebedi olmak da sadece Allah'a özgü sıfatlardır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu konuyu yazdır

  Müslümanlar güçlenince, diğer insanlara hayat hakkı tanımaz mı?
Yazar: SanalikaForum - 19-05-2017, 15:49 - Forum: İslami Bilgiler - Yorum Yok

puzzle-question.png
Mekke döneminde Hz. Muhammed (sav) dinini korumak için herkesin dini kendisine olsun ve siz onların kutsallarına küfür etmeyin ki onlar da sizinkine küfretmesinler. Hoşgörü, farklı inançlara saygı konusu işlenirken iktidarı ele geçirip Medine’de bir devlet kurarak Mekke’yi fethettiğinde müşriklerin orada yaşama hakkı olmadığı ve kutsallarının yerle bir edilip ayaklar altına alınması ne kadar doğrudur?
Yazar.png
Değerli kardeşimiz,
Tarihi olarak, yanlış öncüller üzerinden kıyas yapılıp sonuca gidilmiş olmakla beraber, soru sahibi, Müslümanların güçsüz oldukları Mekke döneminde diğer dini inançlara karşı saygı ve hoşgörüyle davranırken, devlet gücüne ulaştıkları Medine’de bu tutumlarını bir kenara bırakarak hayat haklarını yok ettiklerini ve farklı inanç sahiplerine yaşama hakkı tanımayıp, onların kutsallarını ayaklar altına aldığını belirtmektedir.
Öncelikle “herkesin dini kendisine olsun” ifadesi, Kuran’daki Kâfirun suresinin altıncı ayetini hatırlatmaktadır. Bu surede bahsedilen husus, başka dinlere müsamaha konusu değil, putperestlerin, “madem inançlarını terk etmemekte ısrar ediyorsun, gel biz senin taptığına tapalım, sen de bizim taptığımıza tap” şeklindeki tevhit-şirk karışımı karma bir din anlayışı oluşturma şeklindeki anlayışa reddiyedir.
İkinci olarak “siz onların kutsallarına küfür etmeyin ki onlar da sizinkine küfretmesinler” cümlesi, Enam suresi 108 inci ayete işaret etmekte olup anlamı bütün zamanlar için geçerli bir emri ilahidir. Bazı dönemlerde, ağzındaki baklayı çıkar, kabilinden cevaz verilmiştir, diyen bir yoruma rastlamak mümkün değildir.
Az önce de belirtildiği üzere ana çerçevesinden kopartılan mezkûr iki ayetin, “Müslümanlar zayıf zamanlarında başka inançlara saygılı, kimsenin kutsallarına dokunmamakla birlikte güçlendikçe bu prensiplerini terk ederler” şeklinde bir hükme konu edilmesi mantık kurallarına aykırıdır.
Şimdi asıl konuya geçebiliriz:
Soru sahibi, Mekke’nin fethinden sonra müşriklere orada yaşama hakkı tanınmadığını ileri sürmektedir. Konuya vakıf olanlar için bu iddia tarihi gerçeklerle tezat oluşturacak bir yaklaşımı sergilemektedir.
Mekke’nin fethi, orada yaşayanların hayat hakkını yok etmek yerine, yaşama hakkının kutsallığını ortaya koyan tablolarla doludur. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz.
1- Müslümanlar aleyhine çok ağır maddeler içermesine rağmen, Mekkeli müşriklerle 10 yıllık bir barış antlaşması imzalayarak savaşı değil barışı tercih eden, daha sonra gelişen kışkırtıcı olaylar, ashabın bir kısmının hoşnutsuzluğuna aldırmayarak barışta ısrar eden Hz. Peygamberdir.
2- Mekke müşriklerinin bir buçuk yıl sonra barışı aleni bir şekilde bozmalarını öne sürerek savaşmak yerine, hatalarını gidermek hususunda uyarılarına rağmen, kendisine savaştan başka bir yol kalmadığını gören Hz. Peygamberdir.
3- Mekke’yi kan dökmeden fethedebilmek için hazırlıklarını gizli bir şekilde yürüten, Mukaddes belde Mekke’yi haber sızmadan savaşsız alabilmek için bütün yollara ekipler koyduran Hz. Peygamberdir.
4- İslâm ordusu dört koldan Mekke’ye girerken mecbur kalınmadıkça kan dökülmesini istemeyen, ordu komutanlarından biri olan Sâd b. Ubâde’yi “Bugün Kâbe’de savaşın helal olacağı gündür” sözünden dolayı derhal görevden alan,  Halid b. Velid’in komuta ettiği birliğin mukavemetten dolayı çarpıştığını görünce buna çok üzülüp derhal çarpışmaya son vermesi için haberci gönderen Hz. Peygamberdir.
5- Evlerine kapananların, silahları bırakanların, Mescid-i Haram’a ve Ebu Süfyan’ın evine sığınanların emniyette olduğunu ilan ettiren; yaralıların, kaçanların, esirlerin öldürülmemelerini emreden Hz. Peygamberdir.
6- Müslümanların hayatlarını yirmi yıl boyunca cehenneme çeviren, onları bir kaşık suda boğmakta tereddüt etmeyen Mekke müşrikleri, Onun eline düşüp dehşet içerisinde ne yapacağını düşünürlerken “Ben bugün size kardeşim Yusuf Peygamber’in sözünü söylüyorum: Bugün size kınama yok, Allah sizi bağışlasın” diyecek kadar güzel ahlakta zirvelere yükselen Hz. Peygamberdir.
7- Mekke’nin fethinden sonra genel af ilan eden, sadece 17 kişiyi bu affın kapsamından hariç tutmasına rağmen Süheyl b. Amr, Safvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebu Cehil gibi müşrik ileri gelenlerine daha sonra eman veren, önce vahiy kâtipliği yapmasına rağmen bilahare dinden çıkıp pervasız bir İslâm düşmanlığı sergileyen Abdullah b. Ebû Serh’i ve Resululah’ın sevgili amcası Hz. Hamza’nın ciğerlerini koparıp çiğneyen Ebu Süfyan’ın karısı Hind’i bile affederek öldürülenlerin sayısının sadece altıyla sınırlı kalmasını sağlayan Hz. Peygamberdir.
8- Mekke’nin fethinden hemen sonra gerçekleştirilen Huneyn savaşına, iki bini yeni Müslüman olmuş Mekkelilerden, sekseni de henüz İslâm’ı kabul etmemiş Kureyşliler’den olmak üzere on iki bin kişilik bir orduyla katılan Hz. Peygamberdir.
Bu son hadiseden de açıkça anlaşıldığı üzere Allah Resulu müşrikleri Mekke’den çıkarmak, onların dinlerini değiştirmelerini istemek bir yana, onların müşrik olmalarına rağmen Huneyn savaşına katılmalarına izin vermiştir.
Biz bu ve benzeri olayları göz önünde bulundurarak şunu merak ediyoruz:
Hz. Peygamber’in Mekke’nin fethi ve sonrasında yürürlüğe koymuş olduğu bu uygulamalar hayat hakkının yok edilmesi diye nitelendirilecekse, hayat hakkının varlığını tanımak acaba nasıl gerçekleştirilecektir?
Eğer soru sahibi miladi 631 yılından itibaren Tevbe suresi 28. Ayetle müşriklerin Mescid-i Haram’a yaklaşmalarına yasak getirilmesini kastediyorsa, burada bir nebze durmamız gerekmektedir.
Bir din ve inancın ibadet esaslarını belirlemenin, o dinin sahibine ait bir keyfiyet olduğu herkes tarafından kabul edilen bir husustur. Tevhit temeli üzerinde yükselen bir dinin, kendisine tamamen aykırı başka bir inanç sistemiyle aynı kutsal mekânı paylaşması varlık sebebini inkârdır; bu kutsal mabedin şari tarafından belirlenen tanzimine hürmet, başkasının inançlarına saygının gereği olması icap eder.
Geriye Hz. Ömer döneminde bazı Yahudi kabileleri ve Necran Hıristiyanları’nın yarımada dışına çıkarılmaları kalmaktadır ki bu genel bir uygulamadan ziyade, özel sebeplere istinaden alınan bir karardır:
- Mezkûr topluluklarla yapılan anlaşmanın sona ermesi,
- karşılıklı anlaşmaların tek taraflı olarak bozulması,
- bazı sahabilere düzenlenen suikastler,
- İslâm dünyasının kalbi mesabesindeki bölgelerin uzun vadeli güvenlik sorunu
bu uygulamayı doğuran faktörler olarak değerlendirilmektedir.
Diğer yandan, Hz. Ömer Fedek ve Necranlıların gittikleri yerlerin valilerine mektup yazarak;
- onlara zarar verilmemesini,
- kendilerinin verimli topraklara yerleştirilmesini,
- durumları düzelinceye kadar topraklarından haraç veya başka isimler adı altında vergi alınmamasını
istemiştir.
Şayet Hz. Peygamber Arap yarımadasında iki dinin bir arada bulunmayacağını emretmiş olsaydı, Hz. Ömer hatta ondan önce Hz. Ebubekir bunların hepsini yerlerinden çıkarması ve hiçbir gayr-i müslimi yerlerinde bırakmamaları gerekirdi. Bu uygulamayı başka bölgelerde yapmayan halifelerin, aynı işlemi Yemen ve Bahreyn gibi gayr-i Müslimlerin çokça bulunduğu bölgelerde de yapmadığı görülmektedir.
Müslümanlarla ilgili olarak, bir başka inancın kutsallarının yerle bir edilip ayaklar altına alınması iddiasını, acaba neresinden düzeltmeye başlayalım?
İslam tarihinin en çok iftihar edilecek, en az hicap duyulacak müstesna yaprakları bu alan içerisinde yer almakta olup, bu konuda hiçbir inanç sistemi İslâm diniyle yarışmak bir yana, onun yanına bile yaklaşamaz. Zira İslâm, başka inanç sahiplerinin hukukunu kendi kutsal kitabındaki ayetler ve peygamberinin sünnetiyle garanti altına alan yegâne dindir.
Bakara suresi 256. ayet, “Din(e giriş) de zorlama yoktur” demek suretiyle inançları kabulde cebrin, dayatmanın olamayacağını kesin bir dille belirtir.
Fakat savaş veya barışla ele geçirilen ülkelerde yaşayan ve başka beldelere gitmek istemeyen farklı din mensuplarının durumu ne olacaktır?
İslâm hukukunda zimmî diye isimlendirilen farklı inanç sahibi bu topluluklar, Müslümanların siyasal hâkimiyetini kabul edip kendilerinden istenen vergileri ödemeyi kabul ettikleri takdirde diledikleri kadar İslam ülkesinde kalabilirler.
Onların;
- kanları,
- malları,
- canları,
- inançları,
- mabetleri
tecavüzden masun olup İslam devletinin garantisi altındadır. Dinlerini, dillerini, aile ve miras hukuklarını, bayramlarını, eğitim ve öğretimlerini tam bir serbestlik içerisinde yerine getirmeleri için gerekli tedbirleri almak hükümetin görevidir.
Bu görevlerin yerine getirilmesi tehlikeye düşünce Ebu Ubeyde b. Cerrah’ın Suriye bölgesindeki uygulamalarının gösterdiği gibi kendilerinden alınan vergiler iade edilir. Hatta Hz. Ömer dönemi tatbikatından anlaşılacağı üzere başka inanç sahiplerine zekâtlardan pay verilir, çalışamayacak durumda olan zimmîler sosyal yardım fonlarından yararlandırılır.
Esasen İslam tarihinin genel renk ve akışı bu istikamette olmasına rağmen bu tablo üzerinde zaman zaman farklı ve aykırı uygulamalara da tanık oluruz. Abbasî Halifesi Mütevekkil, Fatımî Halifesi Hâkim- Biemrillah yönetimlerinde olduğu gibi zimmî toplulukların belli renkte elbise ve başlık giyinmeleri ve bazı kısıtlamalara maruz kalmalarını tarih kitapları kaydetmektedirler.
Ne var ki bu olumsuz örnekler, Ermeni, Süryanî ve Bizans tarihçilerinin Müslüman yöneticilerin tebaası olan farklı inanç sahiplerine takındıkları takdire şayan tutumlarını yeterince övmeleriyle fazlasıyla tolere edilebilir.
Örneğin Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah için Urfalı Mateos’a, Selahaddin Eyyubî için farklı haçlı tarihlerine, genel olarak Müslüman fatih ve yöneticilerin farklı inanç sahiplerine nasıl davrandıklarını görmek için Mustafa Fayda’nın Hz. Ömer Döneminde Gayr-i Müslimler ve T.W. Arnold’un İslâmın Yayılış Tarihi’ne bakılabilir.
Aslında sözü uzatmaya ne hacet!
Neredeyse on dört asır önce fethedilen Suriye, Irak, Mısır, Kuzey Afrika ve on asır önce fethedilen Anadolu’da Yahudi, Hristiyan, Ermeni, Süryani, Rum ve diğer azınlık ve inanç sahiplerinin bugün hala önemli yekun tuttuğu, ulus devlet statüsüne geçmeden önce yalnız bir asır evvel Osmanlı ülkesindeki metropol ve şehirlerde yaşayan azınlık sayısının bugünkü rakamlardan kat kat fazla olduğu bilinmektedir.
Buna mukabil tam yedi yüzyıl boyunca İslâm kültür ve medeniyetinin en parlak safhalarından birine beşiklik etmiş İspanya-Endülüs coğrafyasında ilaç için bir Müslüman kaldığını kim söyleyebilir?
İslâm medeniyetine üç asrı aşkın bir süre ev sahipliği yapmış Sicilya Adası İberik Yarımadasıyla aynı kaderi paylaşmamış mıdır?
Ya Girit’e ne demeliyiz?
XIV. asrın ikinci yarısından itibaren ayak bastığımız balkanlar ve Doğu Avrupa’da durum bundan çok mu farklıdır?
Farklı inanç ve kültürlere karşı takınılan yok edici düşmanca tutumdan payını alan sadece Müslümanlar değillerdir.
Amerika yerlileri olan Kızılderilileri kültürel saldırılarıyla ötekileştiren, savaş baltalarıyla yok eden, en nihayet müzelik eşya konumuna sokan aynı kültür dünyasıdır, batı medeniyetidir.
Batının tarihinde başkalarıyla birlikte yaşama geleneği yerine onların asimilasyonu, bunu geçekleştiremedikleri zaman onların yok edilmesi vardır.
Farklı inançlara saygı, başkalarıyla bir arada yaşama batı dünyasının gerçeği değil, rüyasıdır. Tarihi dokularında, kültürel kodlarında bulunmayan bu anlayışı gerçekleştirmeye çalışırken nasıl tökezlediklerini, düşüp kalktıklarını görmekle birlikte bizler bu yeni yönelişten ancak memnuniyet duyarız.
Amerika’da siyahilere yönelen polis şiddeti, Almanya’da Türklerin evlerini kundaklama ve döner bıçaklı dazlak saldırıları bile bu takdirimizi gölgeleyemez.
Yeter ki bu değerli yönelişi kendi keşifleri, kendi icatları sayarak bu alanda insanlığa ders veren Müslüman ustalarını unutmasınlar!
Yeter ki birçok alanda yaptıkları gibi bu güzelliği, ileride sahnelemeyi düşündükleri çirkin, kanlı planlarına maske yapmasınlar.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu konuyu yazdır

  Müslümanlıktan çıkıp tarafsızca araştırma yapan birine nasıl bakılır?
Yazar: SanalikaForum - 19-05-2017, 15:47 - Forum: İslami Bilgiler - Yorum Yok

puzzle-question.png
İslam dini, Müslümanlıktan çıkıp tarafsızca araştırma yaparak gerçeği arayan birisine nasıl davranılmasını emreder?
(Bunun doğru olup olmadığını sormuyorum.Sadece İslam dininin o kişiye nasıl davranılmasını emrettiğini soruyorum.)
İslam dini, kendisini yalanlamayan ama aynı zamanda gerçeğin ne olduğunu öğrenmek için Müslümanlıktan çıkıp tarafsızca araştırma yapan birine nasıl davranılmasını emreder? O hor mu görülür? Yoksa araştırması hoş karşılanıp ona yardımcı olmaya mı çalışılır?

Yazar.png
Değerli kardeşimiz,

Bir mümin, imanını koruyarak "sanki, farzet ki inanmıyorum, bu durumda  İslam'a nasıl bakardım, başka bir deyişle henüz iman etmemiş bir kimsenin gözü ve aklı ile İslam'a bakmayı denesem" dese, bundan da maksadı imanını güçlendirmek veya henüz iman etmemiş olan ,insanların hidayetine yardımcı olmak olsa bunda sakınca olmaz.

İnancını bıraksa, düşünme ve araştırma sonunda ya müslüman olurum  ya da olmam dese, bu takdirde dinden çıkmış olur.

Dinden çıkanlar öldürülür diyen cumhura göre bu kişi İslam ülkesinde yaşayamaz.

Benim gibi "dinden çıkan, düşman tarafına geçmedikçe öldürülmez, zorla iman da olmaz, imanda tutmakta olmaz" diyenlere göre ona dokunulmaz, gerekirse tekrar imana gelebilir diye yardımcı da olunur. Sosyal ve hukuki ilişkilerde ona bir Müslüman gibi davranılmaz, Müslüman muamelesi yapılmaz.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu konuyu yazdır

  Uzak Doğu ülkelerinde ilahi esinti neden hissedilmiyor?
Yazar: SanalikaForum - 19-05-2017, 15:46 - Forum: İslami Bilgiler - Yorum Yok

puzzle-question.png
Allah bize Kuran'da her millete kendi lisanıyla peygamber gönderdiğini bir kaç kere bildiriyor. Ve az çok çoğu ülkede bu ilahi esinti hissediliyor. Ama Japonya, Çin, Kore gibi bazı ülkeler bu gibi esintilerden çok uzak gibi. Bunun hikmeti acaba ne olabilir? Yani Allah oralara uzun süredir belki de Hz. İsa zamanından beridir neden peygamber göndermemiş olabilir? Eğer en azından Hz. İsa zamanında bir peygamber gönderilmiş olsaydı bu az da olsa hissedilmez miydi? Çünkü baktığımızda hep batıl inançlara sahipler ve Konfüçyüs'ten başka peygamberlik vasfını az da olsa taşıyan birisi yok. Acaba Allah'ın buralara uzun bir süre peygamber göndermemesinin hikmeti ne olabilir?

Yazar.png
Değerli kardeşimiz,

- Uzak Doğudaki batıl inançların varlığı, oralara peygamberlerin gelmediğini göstermez.
Bu gün, İslam alemi, Musevi ve İseviler aleminin yüzlerce batıl inancı yaşamakta olduğu bir gerçektir. Dinleri yaşamakta olduğu halde bu üç semavi din mensupları bu kadar batıl inançlar barındırıyorsa, başka bölgeler için bunu fazla görmemeliyiz.

- Bir mümin olarak “Allah bize Kuran'da her millete kendi lisanıyla peygamber gönderdiğini bir kaç kere bildiriyor” dedikten sonra, aksine bir düşünceye kapılmak çok ayıp olur.

- Her bölgede iki manzara vardır:

Birincisi,
gözle görülen yaşam tarzının sergilendiği fizik alemdeki manzaralar..

İkincisi
ise, gözle görülmeyen, tarihi, dini, fikri olup, kalplerde, akıllarda, mezarlarda hissedilen fizik ötesi alemdeki manzaralar.

Bir bölgenin fiziksel manzaralarına bakıp “dinin uraya uğrayıp uğramadığını” tespit etmek çok zor, belki imkânsızdır.
Bu farklı dünyayı kendi ülkemizde bile gittiğimiz farklı şehirlerde doğru tespit etme imkânına sahip değiliz. Çünkü insan olarak görünürdeki manzaralarla haşir neşir olduğumuz için oranın kültürünü, dini cephesini, ahlak yönüyle pek ilgilenmeyiz

- İmam Rabbani’nin bildirdiğine göre, Hint kıtasında/Uzak doğuda yüzlerce peygamber gelmiştir. Onun açıklamasına göre, “Hindistan’da görülen Allah’ın sıfatları ve onları tenzih ve takdis eden bazı bilgilerin ve daha başka önemli bilgilerin gerçek kaynağı o peygamberlerdir.” (bk. Arapça, el-Mektûbât, 259. Mektup, 1/313-315)
- Konula ilgili Bediüzzaman Said Nursi’nin ifadeleri de şöyledir: “Hindistan'da çok nebiler gelmiştir. Fakat bazılarının ya hiç ümmeti olmamış veyahut mahdud birkaç adama münhasır kaldığı için iştihar bulmamışlar veyahut nebi ismi verilmemiş.” (Mektubat, 386)

Demek ki bugünkü dinlerinde veya uygarlıklarında ortaya koydukları güzel bazı maddi ve manevi değerlerin ve bilgilerin kaynağı o peygamberlerdir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu konuyu yazdır

  Ortaklık Teklifi
Yazar: Darwin - 19-05-2017, 15:00 - Forum: Tanış Kaynaş - Yorumlar (2)

@SanalikaForum 

İyi günler dilerim ben fulloyuntr.10tl.net sitesinin 3 yöneticisinden birisiyim. Sizlere bir teklif yapacağım. Öncelikle sitemiz genel bir forumdur. Haberi oyunu oyu buyu şuyu herşey paylaşılır. 9 adet aktif yetkilisi bulunmakta. Yeri gelir eğleniriz yeri gelir ciddi oluruz. Aktif olarak whatsapp üzerinden iletişim kurarız. Samimiyet üst seviyededir. Bende sizin forumunuzu uzun süredir ziyaretçi olarak takipe ediyorum. Biz yakında .com alan adına ve sınırsız hostinge geçeceğiz. Destekçilerimiz çok. Sizleride ilk başta co-admin olarak alıp 1-2 hafta içinde admine terfi ettirebiliriz. Kayıt olup Darwin nickli yöneticiye özel mesaj atarsanız yetkinizi teslim edeceğim :) İyi forumlar dilerim.

Site istatistikleri; 
Toplam yorum sayısı: 6,126
Toplam konu sayısı: 1,599
Toplam kayıtlı üye sayısı: 330

Bu konuyu yazdır

  Kıdem Tazminatında Avusturya Modeli Geliyor
Yazar: SanalikaForum - 19-05-2017, 14:40 - Forum: Ekonomi Haberleri - Yorum Yok

Türkiye'nin gündemini 40 yıldır meşgul eden kıdem tazminatı, fona dönüşecek. Bu dönüşümde 'Avusturya Modeli'nin esas alınması bekleniyor. Modelin avantajı çok. Her yıla karşılık 1 aylık brüt ücret olan kıdemin yarıya düşecek olması ise işçileri tedirgin eden kısmı. Ama model, kaybın vergi teşviği ve fondan elde edilecek kazançla kapatılması üzerine kurulu. Avusturya Modeli'yle ilgili merak edilenleri İş ve Sosyal Güvenlik Uzmanı Dr. Sadettin Orhan'a sorduk. İşte detayları...

AVUSTURYA FONA NE ZAMAN GEÇTİ?
2003'te geçti. Bundan önce Türkiye'dekine benzer bir kıdem sistemi vardı.

YENİ SİSTEMDE İŞVEREN NE ÖDÜYOR?
Fon sisteminde, işverenler her ay çalışanın 'brüt ücretinin' yüzde 1.53'ü kadar fona para yatırıyor. Toplu sözleşmelerde daha yüksek oranlar belirlenebiliyor. Bu birikim, nemalandırıldığından ve vergi avantajları sağlandığından, yeni sistemde kıdem tazminatı eski sistemle aynı rakama denk geliyor.

YENİ SİSTEMDE İŞÇİ KIDEMİ NE ZAMAN ALACAK? 
Avusturya Modeli'nde bir işçi 3 yılı tamamlayınca tazminatın tamamını çekebiliyor.
Bu 3 yılın aynı işyerinde geçmesi ya da işten ayrılmak gerekmiyor. Üç yılın sonunda tazminatını hesapta tutmaya devam ederse, ilave vergi teşviği alıyor. Emekli olan, işten ayrıldıktan sonra 5 yıl hiç çalışmayan da fondaki parayı çekebiliyor.

MEVCUT HAKLAR NE OLACAK?
Çalışanlara üç tercih sunuldu:
- Eski sistemde devam etmek.
- Eski haklarını saklı tutup, yeni dönem için yeni sisteme geçmek.
- Eski sürelerine ait tazminatını yeni sisteme transfer ederek, yeni sisteme geçmek.
- Geçiş süreci vergilerle teşvik edildiğinden, 2008 sonunda çalışanların yüzde 65'i yeni sisteme geçti.

KIDEM FONUNU KİM YÖNETİYOR? 
Bireysel kıdem tazminatı fonunu özel fon şirketleri yönetiyor. Bu şirketlerin uymaları gereken kuralları Sermaye Piyasası Kurulu belirliyor. Fon şirketini işveren
ve çalışan birlikte seçiyor.

ESNAF, BAĞIMSIZ ÇLIŞANLAR VE MEMURLAR KIDEM FONUNA DAHİL Mİ?
Avusturya'da esnaf ve diğer bağımsız çalışanlar 1 Ocak 2008 itibarıyla kıdem fonuna dahil edildi. Memurlar fon kapsamında değil.

ÇALIŞANLAR KENDİ KIDEM HESABINI GÖREBİLİYOR MU? 
Fon şirketleri, her yıl çalışanlara rapor gönderiyor. Raporda, fon hesabında ne kadar para biriktiği, kârlılığın ne kadar olduğu, gelecek yıllarda kâr beklentisinin
ne olduğu bilgileri yer alıyor. İsteyen internetten hesabını takip edebiliyor.

FON ŞİRKETİ BATARSA NE OLUR?
Çalışanların kıdem tazminatını işleten fon şirketinin batması halinde devlet, kıdem tazminatı ana para tutarını çalışana ödüyor. (Posta)

Bu konuyu yazdır

  Koza Holding'e FETÖ Operasyonunda 23 Kişi Gözaltına Alındı
Yazar: SanalikaForum - 19-05-2017, 14:37 - Forum: Ekonomi Haberleri - Yorum Yok

Koza Holding'e düzenlenen FETÖ operasyonunda 23 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınan 23 kişiden 10'unun telefonunda örgütün haberleşme ağı olan 'ByLock' tespit edildi.

Gözaltına alınanlar arasında İpek Medya Grup Başkanı Şaban Yörüklü ve Başkan Yardımcısı Ali Serdar Hasırcıoğlu da var. Koza Holding'in firari 4 yöneticisi ise aranıyor.

 Haberler.com 

Bu konuyu yazdır

  Gaziantep'te Çok Miktarda Taklit Temizlik Ürünü Ele Geçirildi
Yazar: SanalikaForum - 19-05-2017, 14:34 - Forum: Gaziantep - Yorum Yok

gaziantep-te-cok-miktarda-taklit-temizli...5416_o.jpg

Gaziantep'te polis piyasa değeri 292 bin TL tutarında taklit temizlik maddesi ele geçirdi.

Gaziantep İl Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürlüğü görevlileri, Şehitkamil ilçesinde bulunan bazı iş yeri, ikamet ve depolarda taklit temizlik deterjanı imal edildiği yönündeki ihbar üzerine harekete geçti. Yapılan operasyonda, satışa hazır vaziyette toplam 5 bin 587 kilogram toz çamaşır deterjanı, 3 bin 258 adet sıvı bulaşık deterjanı, 2 bin 287 adet şampuan ile paketlemede kullanılan 3 adet makine ele geçirildi.

Olayla ilgili gerekli araştırmanın başlatıldığı belirtilirken, yasal işlemlerin sürdüğü bildirildi. Öte yandan, ele geçirilen ürünlerin piyasa değerinin 292 bin TL olduğu tahmin ediliyor. - GAZİANTEP  

İHA 

Bu konuyu yazdır

  Sözcü'ye operasyon Uğur Dündar'ı kudurttu
Yazar: şahikaa - 19-05-2017, 13:21 - Forum: Son Dakika Haberleri - Yorum Yok

Polisin Sözcü Gazetesi’ne yönelik başlattığı operasyon söz konusu gazetede kalem oynatan Uğur Dündar’ı kudurttu. Operasyon sonrası sosyal medya hesabından ortaya çıkan Uğur Dündar, Sözcü’nün FETÖ’cü olmadığını iddia ederek “Bayram sabahı Sözcü'de gözaltılar varmış! Doğruca gazetem Sözcü'ye gidiyorum. Eğer Sözcü de FETÖ'cü ise, Türkiye'de herkes FETÖ'cüdür!..” dedi.
1495186028-96a5ad.png
Sözcü’nün FETÖ’ye hizmet etmediğini öne süren Uğur Dündar, 15 Temmuz darbe girişimi günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Marmaris'te tatil yaptığı otelin adres ve görüntüsünün Sözcü’de yayınlanmasından ise tek kelime söz edemedi. Bilindiği gibi Erdoğan'ın adresinin Sözcü tarafından ortaya çıkarıldığı günün akşamında hain darbe girişimi başlamış ve darbeci alçaklar Erdoğan’ın Marmaris'te kaldığı oteli basmıştı.

YENİAKİT.COM.TR

Bu konuyu yazdır

Forumun saati Türkiye saatine göre ayarlanmıştır. Sonra bi yere geç kalınca SanalikaForum'dan şikayetçiyim demeyin.

Taklitlerimizden sakının/Grafikleri çalan Ajdar olsun.


Online Shopping App
Online Shopping - E-Commerce Platform
Online Shopping - E-Commerce Platform
Feinunze Schmuck Jewelery Online Shopping